top of page

SONUNA KADAR HAK YOLDA OLAN BABA-KIZ: MUHAMMED VE ESMA-EL BİLTACİ

"Ayşe kuzum hadi artık gidelim." Dedi Mehmet Bey.


Ayşe: " Geldim, geldim babacığım." Ahmet bıkkınlıkla " Şükür ki sonunda gidebileceğiz kasabaya."


"Aşk olsun abiş ne olmuş yani yalnızca birazcık beklediyseniz " Ahmet Ayşenin bu lafının üzerine göz devirdi tam cevap verecekti ki Mehmet Bey araya girdi:


- Tamam kuzular tartışmayı bırakın. Yola koyulalım. Dedi ve besmele çekerek arabasını çalıştırdı. Ahmet ve Ayşe de daha fazla uzatmamışlardı.


Mehmet Bey bu gün için çocuklara söz vermişti onları bir kasaba turuna çıkaracağına dair. Daha doğrusu Ayşe ve Ahmet'in bitmek bilmeyen ısrarlarından sonra söz vermek zorunda kalmıştı. Ahmet kasaba da ki yüzükçüyü merak ediyordu babasının söylediğine göre epey eski bir yüzükçüymüş hatta yüzüçü Fikret amca dedelerinin çocukluk arkadaşıymış tarihi ve eskimeyen güzelliklerde yüzükler yapıyormuş kendisi. Ahmet her zaman el işçiliğine ilgi duymuştur. Bundan dolayı o yüzükçüyü görmeyi ve Fikret amca ile sohbet etmeyi çok istiyordu. Ayşe ise köyü her ne kadar sevmiş olsa da farklı bir yer göreceğinden dolayı fazlasıyla mutluydu.


Güzel bir yolculuktan sonra kasabaya varmışlardı. Babası Ahmet'in sabırsızlığını bildiğinden dolayı kasaba meydanına erken varmak için etrafı kısa kısa tanıttı ve en sonunda meydanda ki o küçük yüzükçünün önüne geldiler. Ahmet şaşırmıştı daha büyük ve ihtişamlı bir yer bekliyordu. Ufak bir hayal kırıklığı yaşadı oysa o ne kadarda uç hayal kurmuştu. Ama Ahmet'in bu hayal kırıklığı dükkanın içerisine girdiğinde yerini utanmaya bıraktı. Zira içi muaazzam ve bir o kadar da dikkat çekiciydi Ahmet'se gördüklerinden sonra dükkanın dışına kanıp peşin hüküm verdiğine kızdı. Kat kat raflar. Kiminin etrafı ahşap işlemeli, kimi ise renkli camlar ile renk cümbüşündeler. Çocuklar raflara baktığında kendilerini eski zamanlarda hissettiler. Bu dükkan harikaydı güzellikler ve süprizlerle doluydu. Fikret amcayla da tanıştılar. Çocuklar ve Fikret amca birbirlerini çok sevdi. Fikret amca onlara yüzük işlediği dükkanın arka tarafındaki küçük atölyesini de gezdirdi. Sonrasında kırk yıl hatırlık kahveleri eşliğinde sohbetleri de koyulaşmıştı. Ayşe ise meyva suyu ile yetiniyordu. Onlar konuşurken Ayşe etrafı bakıyordu. Dikkatle ve gözlerindeki parıltılar ile yüzükleri inceliyordu. Bir yüzük dikkatini çekti ve hemen Fikret amcaya:


"Fikret amca bu yüzüğü yerinde indirebilir misin? Buradakilerden daha farklı ve sade. Hem üzerindeki dört parmak işaretinin anlamı nedir?"


Fikret amca yüzüğü indirdi ve:


"Evlat bu işaretin adı Rabia işaretidir. Bu işarete çok anlam yüklerler lakin ben yalnızca Esma Biltaci ve babası Muhammet el Biltaci'yi düşünerek ve de onların hakları özgürlükleri için işledim. Size Muhammed el Biltaci ve Esma el Biltaci'yi tanıtmak ve anlatmak isterdim lakin evlat daha çok iş var. Ama Muhammed Biltacinin biricik kızı şehidesi Esma Biltaci' ye şehadetinin yıl dönümünde onun için yazdığı mektubu okumak isterim." Dedi. Ahmet ve Ayşe merakla onayladılar Fikret amcalarını ve Fikret amca derin bir nefes alarak masasının çekmecesinden çıkardığı kâğıdı başladı okumaya:



"Sevgili kızım ve değerli öğretmenim.

Sana elveda demiyorum bilakis yarın görüşmek üzere. Başı dik tuğyana isyan ederek yaşadın. Tüm engelleri reddederek hürriyete sınırsızca aşık oldun. Bu ümmet, uygarlıkta hak ettiği yeri alabilsin diye onu yeniden diriltmek ve inşa etmek için sessizce yeni ufuklar arıyordun. Akranlarının uğraştığı işlerle meşgul olmadın. Her zaman derslerinde birinci olmana rağmen öğrenmeye olan açlığın dinmedi.


Bu kısa hayatta sohbetine doyamadım. Vaktim, mutlu olacak ve eğlenecek kadar geniş değildi. Rabiatul Adeviyye'de son kez bir araya geldiğimizde, "Sen bizimle olduğunda bile bizden ayrısın" diyerek bana olan sitemini dile getirmiştin. Ben de sana, "Bu hayat birbirimize doyacak kadar geniş değil. Birbirimize doyalım diye Allah'tan cennetinde bize bu sohbeti vermesini temenni ediyorum" demiştim.

Sen şehit olmadan iki gün önce seni rüyamda gelinlikler içinde gördüm. Bu dünyada eşi benzeri olmayan bir güzellikteydin.


Yanıma sessizce oturduğunda sana, "Bu gece senin düğün gecen mi" diye sordum. Sen de "Düğünüm akşam vakitlerinde değil öğlen olacak" demiştin. Çarşamba günü, öğlen vakti şehit olduğun haberi bana ulaştığında, senin rüyamda bana ne demek istediğini anlamış oldum. Allah'tan seni şehit olarak kabul etmesini niyaz ettim. Ve şehadetin, bizim haklı olduğumuzu ve düşmanımızın da batılın ta kendisi olduğu inancımızı pekiştirdi.


Son vedanda yanında olamamam, son bir kez seni görememem, alnına son bir öpücük konduramamam ve senin cenaze namazını kıldırma şerefine nail olamamam beni derinden üzdü. Beni bunları yapmaktan alıkoyan, ölümden veya karanlık hücrelerden korku değil, uğruna canını verdiğin davayı (devrimin hedeflerine ulaşması) sürdürebilmekti.


Zalimlere karşı başın dik (göğsünü gere gere) direnirken gaddar kurşunlar göğsüne saplandı ve ruhun yüceldi. Ne kadar güzel bir azmin ve terbiye edilmiş bir nefsin vardı. İnanıyorum ki, sen Allah'a verdiğin söze sadakat gösterdin, Allah da sana verdiği söze... Öyle ki, şehadet şerefini bize değil de sana bahşetti.


Son olarak, sevgili kızım ve değerli öğretmenim...


Sana elveda demiyorum bilakis görüşmek üzere.


Buluşmamız, yakında peygamber ve ashabıyla birlikte Havz-ı Kevser'de olacak. Sonsuz kudret ve hükümranlık sahibi Allah'a yakın, O'nun nezdinde değerli ve şerefli bir konumda. Ayrılmamak üzere, birbirimize doyma temennilerimizin gerçekleşeceği bir buluşma..."

Fikret amca okumayı bitirince bir dükkanda sessizlik hüküm sürdü. Ahmet ve Ayşe çok etkilenmişti ve meraklanmıştı. O gün babaları Mehmet Bey işlerini halledene kadar Ahmet ve Ayşe de kasabadaydı. Hatta Fikret amca atölyesinde onlara işçilikle ilgili bir kaç şey de öğretmişti.


O akşam eve döndüler Ahmet ve Ayşe yarın bizzat hayatlarını kendilerinden öğrenmek için anlaştılar. Sabah kahvaltılarını bitirdikten sonra ön bilgi olması açısından ve gidecekleri tarihi bilmek için Ahmet bir araştırma yaptı ve Muhammed el Biltaci'nin yanına gitmeye karar verdiler. Evet bu onlar için tehlikeliydi lakin onların merakları çoğu zaman tehlikeyi göremeyecek kadar büyüktü. Sabah uyandıklarında kahvaltılarını yaptılar ve giyinip tamamen hazırlandıktan sonra sandığa gittiler. Tarihi ve yer koordinatlarını da girdikten sonra istedikleri zamana ve yere gelmişlerdi tebdili kıyafetlerini de giydiler. Ahmet ve Ayşe sandıktan çıktılar. Bir hapishanedeydiler, daha doğrusu hücre gibi bir yer. Muhammed el Biltaci önlerinde duruyordu. Sessizce ve yavaşça yaklaştılar. Muhammed el Biltaci onları fark etti. Şaşkınlıkla "Siz de kimsiniz ne işiniz var burada?"


Ahmet ve Ayşe bir şekilde geçiştirmeye çalıştılar. Ama Biltaci ikna olmayınca sırlarını açıklamak zorunda kaldılar ve Ahmet ek olarak:


"Efendim buraya gelmemizin sebebi ise siz ve ailenizin yaşadıklarını en doğru kaynak olarak sizden dinlemek. Kızınız Esma el Biltaci'nin başına gelenler, sizin hâlâ hapiste olma durumunuz. Bunları ve dahasını bilmek öğrenmek ve de yaymak istiyoruz. Bize yardımcı olur musunuz?"


"Çocuklar her ne kadar niyetiniz iyi olsa da yaptığınız iş çok riskli. Ama madem bu riske rağmen gelmişsiniz o halde anlatacağım."


Ahmet ve Ayşe teşekkür ederek anlatmasını beklediler ve Muhammed el Biltaci anlatmaya başladı:


"Haksız yere ve hukuksuz şekilde 29 Ağustos 2013 tarihinde Mısır askerî rejimi tarafından tutuklandım. 25 Ocak 2011 devriminin sembol isimlerinden birisi olmakla ve askerî rejime muhalefet etmekle suçlandım aleyhimde 35 farklı dava açıldı ama henüz hiçbiri sonuçlanmadı. Ben üniversitede doktoralı bir öğretim üyesiydim, Meclis’te milletvekili, Mısır Meclisi’nde İnsan Hakları Komisyonu üyesiydim. Böyle bir insanken askerî rejimden hemen sonra nasıl olduysa bir anda 35 ayrı suçtan yargılanması gereken bir suçluya dönüşüverdim?! Bu kadar çok suçu hangi arada işleyebildim ne ben ne de beni suçlayanlar biliyor! Şayet günahkâr bir adam idiysem neden şahsıma bunca görev tevdi edilmişti? Şu an da Mısır’ın en kötü hapishanesi olan Turra/ el-Aqrab cezaevinde tutulmaktayım. Sürekli şekilde işkenceye maruz bırakılıyorum, tıbbi yardım alma ve tedavi görme haklarım da kesintisiz olarak çiğnenmekte. Dört oğlum kovuşturularak tutuklandı. Henüz 16 yaşındaki oğlum Halid iki kez tutuklandı. Bu yüzden bir süre gizlenerek yaşamak zorunda kaldı. 31 Aralık 2013’te 19 yaşındaki oğlum Enes kanunsuz şekilde tutuklandı ve 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı! Şu anda izole bir şekilde tecrit hapsinde tutulan oğlum, insanlık dışı aşağılayıcı tutumlara maruz bırakılmaya devam etmektedir.


Sadece Dr. Muhammed Biltaci’nin eşi olması gerekçesiyle eşim Sena Biltaciyi' de gözetim altında tuttular. Güvenlik güçlerinin eşimin aleyhine dava açmak üzere oldukları haberini yaydılar. Böylece hapse girmemiş olan aile efradımıza -vatanlarını terk ederek başka yerlere göç etmeye zorlamak için- baskı uyguladılar. Eşim Mısır’ı terk etmeye zorlandıktan sonra Mısır hapishanelerinde bulunan benden ve oğlumuzdan bilgi alamaz oldu.


Biz ailece büyük hüzün ve acılar içindeyiz, özellikle de kızım Esma’yı katledenlerden hesap sorulmadığı için. Bırakın hesap sorulmasını, bugüne dek katillerin aleyhine henüz dava açılmış bile değildir! Ailemiz huzur ve umut dolu canlı bir aileydi. Adaletin gerçekleşeceğine olan inancım sebebiyle bu sizlere bu talebimi iletiyorum. Sizden çok rica ediyorum, sesimiz olun, aileme ve Mısır hapishanesindeki tüm mahkumlara destek olun.


Şahsıma özellikle kötü muameleyi reva görüyorlar ve işkence ediyorlar! Bunu, General Sisi ve Sohaci aleyhine yazdığım şikâyet dilekçesini geri almam için yapıyorlar. Ağustos 2016’da akdedilen duruşma için Mısır İçişleri Bakanlığı’nca hazırlanarak mahkemeye sunulan bana ait ifade tutanağı işkence altında alınmış olup geçersiz sayılmalı ve benden yeni bir savunma alınmalıdır.


Evet çocuklar benim ve ailemin genel olarak yaşadıkları bunlardır. Bizim tek derdimiz haksız bir yönetime karşı çıkmaktı. Lakin ya biz duyuramadık ya da insanlar sağır ki sesimizi duyan olmadı.


Bütün mal varlığıma el konuldu. Doktorluk mesleğimi icra ettiğim küçük muayenehanem de bütünüyle tahrip edilmiş bir vaziyette. Benim gibi Rabia meydanındaki etkinliklere katılan -henüz 17 yaşındaki- biricik kızım Esma, 14 Ağustos 2013 tarihinde bütün dünyanın gözü önünde bir keskin nişancı tarafından vuruldu. Böylece biricik kızım on yedisinde hayata veda etti!


Kızım Esmanın şehit olduğu günün sabahı paylaştığı yazı şuydu:

"Onlar bizi Vitir'de namaz kılarken buldular


Kimimizi rükûda, kimimizi secdede vurdular


Onlar hem güçsüzdü hem az sayıca


Allah'ın kullarını çağır da gelsinler yardıma


Köpüklü deniz dalgalarını andıran ordularla"


Kızım Esma'nın paylaştığı şiir, Huzaa kabilesinin lideri Amr bin Salim'in Beni Bekr kabilesinin barış anlaşmasını ihlal ederek, Cahiliye dönemindeki bir kan davası uğruna Huzaa kabilesine saldırması üzerine Hazret-i Muhammed'den (SAV) yardım istediği şiirdir.


Şehidem güzel kızım Esma yeniden dirilmeyi, Vahdet'e sarılmayı, direniş meydanlarında cesurca vakarlı ve yürekli bir duruşu ümmetin evlatlarına öğreten manevi bir ruhtur. O manevi ruhu bize aşılayan 21. Asrın Zeyneb'i, Asiye'si, Fatıma'sı oldu.


Esma 4 ay önce Kur'an-ı Kerim hıfzını tamamlamıştı; Rabia meydanını, oradaki yaralıları Kur'an okuyarak korumaya gayret gösteriyordu. Tanık olanların anlattığı kadarıyla vurulduğu esnada Sahra Hastanesi'nin önünde elindeki mushaftan Kur'an okuyormuş. Arkadaşlarının uyarılarına rağmen bir elinde Kur'an'ı tuttuğu diğer eliyle de taş toplayıp gençlere verdiğini söylediler. O, zulme ve tuğyana karşı mücadele ederken şehit oldu.


Kızım o günde ümmetten yardım istedi. Eşim Sena Biltaci bu gün dahi ümmetten yardım istemekte. Bu yardım isteği asla şahsi olmadı olmayacak. Ümmete hak davasında ihtiyaç var. Bizim davetimiz hak davayadır.


Artık gidin çocuklar sizin de başınızın belaya girmesini istemem. Hadi selametle Rabbime emanet olun."


Ahmet ve Ayşe hem davasına sadık oluşu için hem de onlara anlattığı ve bilgilendirdiği için bolca teşekkür ettiler ve onlarda iyi dileklerini dileyerek kendisini en güzel olana Allah Tealaya emanet ettiler.



*



Kaynakça:



Comentários


Yazı: Blog2_Post
bottom of page