T.C' NİN BEŞİNCİ DİYANET İŞLERİ BAŞKANI: ÖMER NASUHİ BİLMEN
- UİB üye Ahsen-i Takvim
- 15 Haz 2021
- 4 dakikada okunur
Ayşe:
- "Akif abi Erzurumda hangi okulda eğitim görüyordun ki sen?"
Akif Ayşe ve Ahmet'in Erzurumdaki teyzelerini oğluydu. Yaz tatili için bir kaç günlüğüne köye gelmişlerdi.
Ve bizim meraklı Ayşemiz cevabını duysa dahi anlayamayacağı soruları sıralamaya başlamıştı.
Akif gülerek "Teyze kızı söylesem dahi nerden bileceksin ki o okulu. Ama madem sordun Ömer Nasuhi Bilmen Ortaokulunda sekizinci sınıf öğrencisiyim." dedi.
Ayşe durur mu durmaz tabi daha tatmin olmadı.
- "Peki Akif abi Ömer Nasuhi Bilmen de kim?"
Her şeyde bilmişlik eden Akif'ten çıt çıkmadı. Bir cevap bulamayınca da istemeye istemeye bilmediğini söyledi.
E tabi bilmediğinden canı sıkılınca çocukların yanından ayrılarak ev gitti.
Ahmet:
- "Abicim neden öyle yaptın? Mahcup oldu Akif."
- "Ama abi ben nerden bileyim bilmediğini. Hem bunda ne var ki alt tarafı bilemedi, zaten bizde bilmiyoruz." dedi sırıtarak.
Ayşe haklıydı yalnızca bir soruydu lakin Akif şu her şeyi bildiklerini sananlardandı. Ne yapalım böyleleri için bu durumlara düşmek kaçınılmaz.
Bildiğinden emin olsa dahi ukalalık yapmamalı kişi. Neyse dönelim bizim çocuklara yine bir yolculuk gözüküyor.
Hatta bizim çocuklar bzi beklememiş bile :) Haydi haydi yetişelim bizde.
- "Abiciğim şart mıydı bu gün gelmemiz? Geldiğimz tarih ve yer dışında bir araştırma yapmamıza da fırsat vermedin ki.
Hem bak Akif bahçeye çıkarda bizi göremezse annemize sorar. Yahu sonra ne diyeceğiz biz?"
- "Amaaan abiş sende çok mızmızlanıyorsun. Hem ben baktım Akif abi yine bilgisayarından oyun oynuyor. Bizim yokluğumuzu asla farketmez.
Ve evet bu gün gelmeemiz şarttı çok sıkıldım ne yapayım yani >﹏<"
- "Tamam tamam bir şey demiyorum zaten ben de sıkılmıştım. Hadi o zaman kapıyı çal bakalım." dedi Ahmet.
Ayşe tam kapıyı çalacakken ise onu durdurdu ve şöyle ekleme yaptı sözlerine.
- "Bu arada küçük hanım abiye mızmızlanma denmez bunu sonra konuçacağız. Şimdi kapıyı çalabilirsin."
- "Abi ya" diyerek sırıttı Ayşe daha sonra kapıyı çaldı. Biraz bekledikten sonra kapı açıldı.
Kapıyı açan genç bir adamdı ne için geldiklerini sorduğunda Ahmet durumu izah etti genç adam babasını tanımak isteyen çocukları eve davet etti.
Çok kısa bir süre bekledikleri odadan içeri Ömer Nasuhi Bilmen olarak tahmin ettikleri kişi girdi. Çocuklara kendini tanıtınca tahminleri doğru çıktı.
Çocuklar isteklerini kendisine de bildirdiler ve Ömer Nasuhi Bilmen anlatmaya başladı:
- "1882'de (hicrî Rebîülevvel 1300, Rûmî 1299) Erzurum'un Salasar köyünde doğdum.
Babam Hacı Ahmed Efendi, annem Muhîbe Hanım'dır.
Küçük yaşta iken babamın vefatı üzerine Erzurum Ahmediyye Medresesi müderrisi
ve nakîbüleşraf kaymakamı olan amcam Abdürrezzak İlmî Efendi'nin himayesinde yetiştim.
Amcamdan ve Erzurum müftüsü Narmanlı Hüseyin Efendi'den ders okudum.
İki hocam da yakın aralıklarla vefat edince İstanbul'a gittim (1908) ve Fatih dersiâmlarından Tokatlı Şâkir Efendi'nin derslerine devam edip icâzet aldım (1909)."
- "Efendim dersim da nedir?" diye araya girdi Ayşe.
Zatımız cevapladı.
- "Osmanlıda, özel bir sınavı kazanarak medreselerde ders verme yetkisini elde eden müderrislere verilen san demektir kızım."
Ayşe anladığına dair başını salladı ve zatımız anlatmaya devam etti.
- "Ayrıca Ders Vekâleti'nce açılan imtihanı kazanarak dersiâmlık şehâdetnâmesi aldım (1912).
Bu arada okumakta olduğum Medresetü'l-kudât'ı (Osmanlı'nın son döneminde kadı yetiştiren okul.) da bitirdim (1913).
Burada dört yıl hukuk tahsilimi yaptım.
1912 yılında açılan ruus imtihanını kazandım. Fatih dersiamı olarak göreve başladım.
1913’te Fetvahâne-i Âli müsevvid mülazımlığına tayin edildim. Bir yıl sonra başmülazımlığa terfi edip, Ağustos 1915’te Hey’et-i Te’lifiyye üyesi oldum.
18 Mayıs 1916’da Darül-Hilafe Medresesi Kısm-ı Âli fıkıh müderrisliğine,
Nisan 1917’de Mahkeme-i Temyiz Şer’iyye Dairesi Terekeye Müteallik I’lamat Telhis Mümeyyizliğine getirildim.
1922 yılında Meclis-i Tedkikat-ı Şer’iyye üyeliğine nakledildim.
Aynı yıl bu dairenin kaldırılması üzerine dersiamlığa devam ettim.
1923‘te Sahn Medresesi kelam müderrisi oldum, fakat bu medrese de bir yıl sonra kapatıldı.
14 Şubat 1926’da İstanbul Müftülüğü müsevvidliğine, 16 Haziran 1943’te de İstanbul Müftülüğüne getirildim.
Fatih Camii’nde, Sahn Medresesi’nde ve Dar-us-Safaka’da dersler verdim.
Ayrıca İstanbul İmam-Hatip Okulu ve Yüksek İslâm Enstitüsü’nde usûl-i fıkıh ve ilm-i kelâm dersleri okuttum.
30 Haziran 1960 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı’na tayin edildim ve henüz bir yılımı doldurmadan 6 Nisan 1961’de emekliye ayrıldım.
Aslında Diyanet İşleri başkanlığından on ay gibi çok kısa bir süre içinde ayrılmamın gerçek sebebi,
o günkü yönetimin Türkçe ezan ve benzeri konularda beni de kendi politik amaçlarına alet etmeye kalkışmasıdır.
Zira dinî meseleler söz konusu olunca asla taviz veremezdim.
Son olarak Arapça ve Farsca'yı çok iyi bilirim,
Türkçe ile birlikte üç dilde şiir yazarım bir ara Fransızca'ya da merak sardım ve bu dili de tercüme yapacak kadar öğrendim.
Kendi hakkımda anlatacaklarım bunlardan ibarettir çocuklar. Çaylarınız bitmiş onları dolduralım dilerseniz."
Ahmet ve Ayşe bu güzel sohbet eşliğinde ikram edilen çaylarını da büyük bir lezzet alarak içmişlerdi lakin artık gitme vaktiydi.
Netice de onlarda zaman karşı bilgiler ediniyorlardı.
- "Sağ olasınız efendim ziyadesiyle doyduk çayınıza da sohbetinize de. Vaktimiz kısıtlı bizim artık gitmemiz gerekiyor izninizle."
dedi Ahmet. Tekrardan teşekkürlerini sunarak ayrıldılar ordan.
Çocuklar eve vardıklarında Akif'e de öğrendiklerini anlattılar bu sayede Akif'te okuluna adı verilmiş zatı tanımış oldu.
Tabi internetten yaptıkları araştırma ile ek bir bilgi daha anlattılar.
+ 12 Ekim 1971'de İstanbul'da vefat eden Ömer Nasuhi Bilmen Edirnekapı Sakızağacı Şehitliği'ne defnedildi.
+ Biz de yaptığımız araştırmalardan zatımız hakkında bir hikâye sunalım sizlere:
*AMERİKALILAR İSLAM'A GÖRE TEST YAPTI ŞOK OLDU*
1940’ların sonuna doğru Amerika’da bir olay cereyan ediyor. Zengin bir adamın ölümünden birkaç yıl sonra bir kadın yanında bir çocukla mahkemeye başvuruyor. Çocuğun ölen adamdan olduğunu iddia ediyor.
Ölüden DNA testi yapılamayan bir dönem dünya için. Amerika hukuk sistemlerinde bu olayın bir karşılığını bulamayınca başka sistemlere müracaat ediyorlar. Roma hukukuna bakıyorlar yok. Yunan, Hint, Uzakdoğu’da yok. Bir heyet Türkiye’ye geliyor.
Dönemin İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen’e yönlendiriliyorlar. İlk başta anlam veremiyor gelen ekip. Gönülsüz de olsa görüşüyorlar. Bilmen onlara ölen adamın kemiklerinin durup durmadığını sorduğunda şaşkınlıkları iyice büyüyor. Durduğunu söylüyorlar. Ömer Nasuhi onlara kuyruk sokumu kemiğinden bir yer tarif ediyor. Tarif ettiği yere çocuğun bir damla kanını damlatmalarını, eğer o kemik kanı emerse çocuğun o adamdan olduğunu aksi olursa kadının yalancı olduğunu ve buna göre hüküm verebileceklerini anlatıyor. Gelen ekip görüşmeden memnun olmaksızın şaşkınlıklarını da yanlarına alıp ülkelerine dönüyorlar.
Bir müftünün böyle bir tıp bilgisine nasıl hâkim olabileceğine ihtimal veremiyorlar. Ekipteki bir doktorun ise kafasını kurcalıyor bu mesele. Müftünün yanlışlığını ispat etmek için mezar açtırılıp adamın bedeni çıkarılıyor. Tarif edilen kemiğin üzerine önce kendi kanını damlatıyor. Kan akıp gidiyor kemiğin üzerinden. Sonra çocuğun kanını döktüğünde gözleri fal taşı gibi açılıyor. Kemiğin kanı emdiğini gördüğünde hayretini gizlemiyor.
Görüşmede Ömer Nasuhi’nin yanında olanlar da ilk duymuş olacaklar ki heyet gittikten sonra bu meseleyi nereden bildiğini soruyorlar. Adı geçen kemiğin sadece kendi neslini kabul ettiğini uzun uzun anlatıyor. Oradaki küçük bir parçanın önemine değiniyor. Vücuda ne yaparsanız yapın o kemiği yok edemediğinizi, kıyamete kadar hiçbir gücün de buna muktedir olamayacağını, zira mahşerde insanlar o kemik parçasından yeniden diriltileceğini anlatıyor.
KAYNAKÇA :
1)https://islamansiklopedisi.org.tr/bilmen-omer-nasuhi
2)https://www.sabah.com.tr/sozluk/biyografi/omer-nasuhi-bilmen-kimdir
3)https://www.islamveihsan.com/omer-nasuhi-bilmen-amerikalilari-sok-etti.html
Commentaires