top of page

NAKŞİBENDİ TARİKATININ KURUCUSU: BAHAEDDİN NAKŞİBEND HAZRETLERİ

Ayşe ve Ahmet, o gün kuzenleri ile beraber muhabbet etmek istemişlerdi. Kahvaltıdan sonra bahçeden elma, armut, kiraz toplayıp onları yıkamış, şimdi de çok tatlı bir muhabbete girmişlerdi.


Konuşmalarını annelerinin karşı komşusuyla konuşması kesmişti.


-" Ne dedin Asya ? Doğru mu bu ? Ne zaman vefat etmiş ? "


Ayşe ve Ahmet'in karşısında olan dairede ufak bir aile yaşıyordu. Aile 4 kişiydi. Bir anne, bir baba, bir çocuk ve bir büyükbabaydı.


Büyükbaba çok yaşlı biriydi. Birçok kronik rahatsızlığı vardı. O yüzden dün akşam hastaneye kaldırılmıştı, bu sabaha karşı vefat ettiği haberi ulaşmıştı ailesine. Diğer komşuları olan Asya Hanım da, Ayşe ve Ahmet'in annesini arayarak durumu haber vermek istemişlerdi.


-" Onlar iyi değil mi ? ... Olur tabi ki yaparız hatimde. Hatta yasin de okuyalım şimdi, hatim cüzleri tamamlayana kadar. Arkadaşlara da haber vereyim sayıyı bildiririz... Aaa unutmuşum Asya. O zaman sayı vermeden okuruz. Dikkat edin kendinize. Sende Allah'a emanet ol. "


Anneleri telefonu kapatınca salonda oturan aileye döndü.


-" Mehmet Amca hayatını kaybetmiş. "


Herkes hep bir ağızdan 'inna lillahi ve inna ileyhi raciun' dedi.


-" Herkes yasin okuyabilir mi ? " Ailemizde birçoğumuz Kur'an-ı Kerim okumayı bildiği için bu rica reddedilmemişti.


-" Anne kaç tane okuyalım ? " Dedi Ayşe. Oda üzülmüştü Mehmet Amcaya.


-" Sayısız okuyoruz kızım. Mehmet Demir adına olacak. Unutma e mi bunu okurken ? "


- " Tamam anne. "


Herkes abdestlerini alıp ya evdeki Kur'an'ı Kerim'den ya Yasin-i şeriften birer tane yasin okudular.


-" Allah kabul etsin. Öğle vakti girecek, abdestiniz varken namazımızı da kılalım. " Dedi çocukların babası.


Kadınlar ve erkekler ayrı ayrı odalarda namazlarını kılarak Mehmet amca için cüz okumaya hazırlandılar.


-" Anne ben abimle dışarı çıkabilir miyim ? "


-" Olur tabi ki kızım ama çok geç kalmayın. Olur mu ? "


-" Tamam anne. "


Ayşe annesinden aldığı izinle abisinin olduğu odaya gidip kapıyı tıklattı. Onu kapı arasından çağırıp kapıyı kapattı.


-" Ne oldu Ayşe ? "


-" Abi seninle depoya gidelim. Seni biriyle tanıştırmak istiyorum. "


-" Kiminle ama ? "


-" Gel gel, görürsün abi. "


Ayşe ile birlikte depoya giden Ahmet, kardeşinin ne yaptığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Birinin yanına gidecekti. Bunu anlamıştı ama kimin yanına ?


Depoya girip sandığın kapağını açtılar. Merdivenden aşağıya inerek makinenin yanına gittiler.


-" Hımmm.. Buhara.. 1380. "


-" Buradan kimin yanına gidiyoruz  Ayşe ? "


-" Karşı komşumuz Nakşibendi tarikatından ya abi, onun için bu tarikat kurucusuyla konuşma gidiyoruz. "


-" Emin misin peki doğru yere gittiğimizden ? "


-" Evet abi. Karşı komşumuz anneme anlatmıştı, bize misafirliğe geldiğinde. Bende onların yanındaydım. "


-" Hadi bakalım o zaman. "


Geldiklerinden Ayşe ile Ahmet tebdili kıyafetlerini giyerek merdivenden yukarı çıktılar.


Etraflarına baktıklarında uzun uzun duvarlar gördüler.


-" Aaa abi. Acaba yanlış bir yere mi geldik ? "


-" Hele dur bakayım Ayşe. Gel şuradan birini bulalım. Sorarız ona. "


5 dakika boyunca duvarlar arasında yürüdüler. Sonra bir adama rast gelip ona buranın Buhara olup olmadığını sordular.


-" Evet burası Buhara çocuklar. Siz birine mi bakmıştınız ? "


-" Evet abi, biz Nakşibendi Hazretlerine bakmıştık. Nerede acaba biliyor musunuz ? "


-" Bende Nakşibendi Hazretlerinin sohbetine gidiyordum. Gelin sizi de götüreyim. Orada onunla konuşursunuz. "

Çocuklar sevinerek sohbetin olduğu yere gittiler. Nakşibendi Hazretlerinin sohbetinin bitmesiyle de hemen onun yanına koştular ve meramlarını anlattılar.


-" Sizin gibi çocukları reddetmek olmaz. Hayatımı sizin istediğiniz gibi en baştan anlatayım.


Tam adım Hâce Muhammed b. Muhammed el-Buhârî'dir. Doğumumdan önce babam Semmasî Hazretleri Kasr-ı Hinduvân’a çok gelip gider ve sohbetlerinde: “–Yakında bu Kasr-ı Hinduvân, Kasr-ı Ârifân olacak!” buyururlarmış.


Nesebim, baba tarafım Resûlullah Efendimiz'e, anne tarafımda Hazret-i Ebûbekir Sıddîk Efendimiz'e ulaşır. Küçüklüğümde babam ile birlikte nakışçılık yaptığım için Nakşibend lâkabı ile meşhur oldum herkes içinde.


Henüz üç günlük bir bebekken Hacegân tarikatı şeyhlerinden Hoca Muhammed Baba Semasî tarafından evlat edinmiş beni.


Çağına yetişmeden, yüz yüze görüşmeden feyz aldığım “üveysî” mürşidi Abdülhâlik Gucdüvânî bana âlem-i mânâda şu nasihatta bulunmuştu: "Oğlum Bahâeddin, zikr-i ilâhi’den fariğ olma! Mahlûkata hâlisâne hizmet et. Çünkü Hakk’a giden yol, hizmetten geçer. Ayağını şeriat seccadesine koy, emir ve nehyde istikamet üzre ol. Daima azimetle amel et, sünnete ittibâ et, ruhsatları bırak, bid’atlerden kaç insanlar, hayvanlar ve bitkiler senden hizmet bekliyor. Hafi zikre sarıl. Allah yâr ve yardımcın olsun.”


Daha sonra Semâsî Hazretleri vefât edince, dedem beni Semerkand'a götürdü. Dedem, nerede gönül ehli bir derviş olduğunu duysa, hemen beni ona götürür ve benim hakkımda güzel nazarlarını esirgememeleri için âdeta yalvarırcasına ricâda bulunurdu. Onlar da bana iltifat buyururlardı. "


-" Peki Semasî Hazretlerinden sonra başka ilmi eğitim aldınız mı ? " Dedi Ahmet.


-" Evet. Onun müridlerinden Seyyid Emir Külal’in terbiyesi altında yetişip Abdülhâlik Gucdevânî’in ruhaniyetiyle geliştim. Kur’an, hadis (Peygamberin sözleri) ve tasavvuf hakkında köklü bir öğrenim gördüm. Semerkand’a giderek, dönemin ünlü mutasavvıflarından Yesevî tarikatı şeyhi Kâzım Şeyh ve Halil Ata’dan da ders ve feyiz almayı ihmal etmedim.


Hakîm Tirmizî Hazretlerine (vefâtı h. 320) çok ehemmiyet veririm. Onun rûhâniyetinden, fikirlerinden ve eserlerinden istifâde ederim çoğu zaman. O kadar hoşuma gider ki anlatış biçimi, bizlere verdiği dersler. Ayrıca muâsırı olan büyük âlimler ve sâlih zâtlarla da devamlı sohbet ederim.


Hiçbir zaman ilmi çalışmayı bırakmamaya çalışıyorum.


Tarikatımızı, “Resûlullah Efendimiz’in sünnetine ve ashâbının sözlerine tâbî olmak” diye hulâsa ederdik. Sünnet-i Seniyye’yi hayatının her alanında tatbik etmekten büyük bir zevk alırdım. O derecede ki, oğlum vefât ettiğinde şöyle dedim çevremdekilere: “–El-hamdü lillâh, bu da Peygamber Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sindendir. Zira O’nun da evlâtları sağlığında vefât etmişti. Efendimiz’in başına gelen hâllerin çoğu bizde de zuhûr eyledi.”


 Bu yüzden bana bu gayret ve hassâsiyeti sebebiyle; “مُحْيِى سُنَنِ سَيِّدِ الْمُرْسَلِينَ/ Resûllerin Efendisi’nin Sünnet’ini ihyâ eden ve مُوَضِّحِ اٰثاَرِ الصَّحَابَةِ / sahâbe-i kirâmın yolunu açıklayan” gibi sıfatlarla yâd ediyorlar yoldaşlarım.


Bir gün Yâkub Çerhî Hazretlerine: “Gücün yettiğince Resûlullah Efendimiz’in; «Seninle alâkasını kesene sen sıla-i rahimde bulun, sana vermeyene ver, sana zulmedeni affet!»[50] hadîs-i şerîfiyle amel etmeye çalış!” tavsiyesinde bulunmuştum. Bunların hepsi de nefsin zıddınadır. Çünkü böyle yapıldığında faydası pek çoktur çocuklar.


Sadece buda değil: “Acziyetini idrâk edip tevbe etmekten başka kurtuluş ümidi yoktur! Sâlik, dâimâ kendi amellerinin kusurunu görüp eksikliğini bilmeli, acziyet ve günahkârlıktan kaynaklanan pişmanlığın lûtuf ve kerem sebebi olduğunu düşünerek Hakk’a ilticâ etmelidir. Daima talebelerime bu hâli emrederek; «Beni devamlı bu sıfatta tuttular!» buyururum.


Gönül ehlinin yolu; yaptığı sâlih ameli az görmek, tevâzû, hiçlik, yokluk ve acz hâlinde bulunmak, amellerini kusurlu, hâllerini noksan bilmektir. Nefsin enâniyetinin kırılması hususunda, kendini kusurlu görmek kadar faydalı başka bir şey yoktur. Peygamberlerin bile zerre, yani küçük hatalara düşmelerinin hikmetlerinden biri de budur. "


-" Peki ya Tevbe Efendim ? "


-" Tevbenin hakîkati; günahların aslı olan kibir, gurur ve benlik duygusundan vazgeçerek acziyeti idrâk etmektir. Bu da, nefsin hodgâmlığını tanıyıp onun mâneviyâta verdiği zararı fark ettikten sonra gerçekleşir. Kişi bu elem ve acziyet içindeyken gönlünden Hak Teâlâ’ya yalvarır ve inler. İşte tevbenin hakîkati budur. «Yâ Rabbî! Halk Sen’den korkar, ben ise kendimden korkarım! Zira yâ Rabbî, Sen’den hep iyilik, kendimden ise hep kötülük gördüm.» Ehlullah’ta bir kusurun meydana gelmesi, onların nefsânî hâllerini ve benliğini yok etme hikmetine binâendir. Nitekim Mûsâ’nın (a.s.), şerîata bağlılık duygusuyla Hızır’ın (a.s.) yaptığı îtirazların hikmetlerinden biri de budur çocuklar. Mûsâ (a.s.), îtirazlarında hatâlı olduğunu anladı ve benliği yok oldu.”


İsterseniz sizinle bir konuda bir anımı paylaşabilirim.  "


-" Evet. Ben çok severim anıları. Anlatır mısınız lütfen ? "


-" Bir gün çok sayıda Buhâralı âlim, yanımda toplandılar.


İçlerinden bazı mutaassıp kimseler: «–Bugün medreselerimizde ilim ve tahsilin aydınlığı kalmadı. İlmî tartışma, araştırma ve incelemeye ehemmiyet verilmez oldu. Çoğu talebe, sizin yolunuza meylederek ilim ve tahsilin zevkini bir kenara bırakıp fenâ ve atâlet köşesine çekildiler. Bu ne hâldir?» deyince bende onlara:


«–Ey ulemâ-yı kirâm topluluğu! Şerîat yolunda biz size bağlıyız ve sizin peşinizden gideriz. Sizler Fahr-i Âlem Efendimiz’den ne nakleder ve beyan buyurursanız, biz ona tâbî oluruz. Eğer bizim yolumuzda Rasûlullah Efendimiz’in Sünnet-i Seniyye’sine muhâlif bir şey varsa bize gösterin, onu terk edelim. “...Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorunuz!” (el-Enbiyâ, 7) âyet-i kerîmesi mûcibince bizi îkâz edin, hidâyet yolunda mıyız, yoksa değil miyiz haber verin!» diye cevap verdim.


Âlimlerin tamamı: «–Biz sizin yolunuzu etraflıca araştırdık. Sünnet-i Seniyye’ye uymayan bir şey yoktur.» diye cevap verdiler. Fakat aralarında Molla Hord isminde devrin büyük âlimlerinden biri vardı. O:


«–Şu sizin giydiğiniz aba, iki yönden şöhret sebebidir. Birincisi, aba dervişlerin en çok övündükleri şeydir. Diğeri de aba giymekle kendinizi imtiyazlı addediyorsunuz. Bu câiz midir? Şöhrete sebep olan şeyler kişiyi âfete sürükler!» dediler.


Bende: «–Bu bizim üzerimizdeki aba, imtiyaz ve şöhreti gerektirecek kadar kıymetli bir şey değildir. Derviş elbiselerinin orta hallisidir. Fakat mademki dedikoduya sebep oluyor, biz de onu giymeyiz!» buyurdum ve hemen çıkarıp oradaki bir dervişe hediye ettim.”


Bende bunun gibi nice fazîletlerine ve güzel ahlâkına şâhit olan Buhâralı âlimler nihâyetinde: “–Nasıl ki görebilmek için gözün beyazı ile siyahına ihtiyaç varsa, bizim de o şekilde size ihtiyacımız vardır.” dediler.


Hatta başka bir defasında :


“–Bir kişi «mantık ilmi»ni okursa, hangi niyetle okusun?” diye bana soruldu. Bende:


“–Hakkı bâtıldan ayırt etmek niyetiyle okusun!” buyurdum. "


Benim en önemli ayırıcı özelliğim, şeriat karşısındaki yabancı etki ve unsurlardan uzaklığımla birlikte İslâm âlemini etkisi altına alan Batınî ve felsefî hareketlere karşı engel oluşum.


Fikrimce gönülden gönüle iş gören, tamamen Allah’a yönelen bir hayatın gerekliliği üzerinde ısrarla durdum. Benim için, hayatı Allah’ın huzurundaymış gibi sürdürmek, Allah aşkıyla dolu olmak, dikkati başka tarafa yöneltmemek, araya bir şey sokmadan; dünyevî bir ödül, hatta bir insan tarafından övülmeyi beklemeden sırf Allah’a ibadet etmek asıl olandır.


-" Aynı ilk inen ayette olduğu gibi. "


-" Evet çocuklar. Aynı "İkra!" Ayetinde olduğu gibi.. "Oku! Yaradan Rabbinin adıyla oku.


Yiyeceğimi kendi ziraatimden elde ederim. Her sene bir miktar arpa, biraz börülce ve zerdali yetiştiririm. Ziraat yaparken kullanılan hayvanların, tarlanın, tohumun ve suyun helâl olması hususunda çok ihtiyatlı davranırdım. Bu sebeple pek çok âlim, teberrüken helâl yemeğimden yemek için sohbetlerime iştirâk ederdi. Ancak meliklerin sofrasından yemem, hediyelerini kabûl etmem.


Bundan dolayıdır ki, Buhâra’nın âlimlerinden biri bana:


“–Namazda kalp huzuru ne ile hâsıl olur?” diye sormuştu. Ona şu cevâbı vermiştim:


“–Helâl yemek yemeli ve yerken uyanık olmalıdır. Namaz dışındaki zamanlarda, abdest alırken ve iftitah tekbirini getirirken de uyanık olunursa namazda kalp huzûru sağlanabilir.”


Bir defasında mânevî hâllerinin kaybolduğundan yakınan bir talebeme:


“–Yediğin lokmaların helâlden olup olmadığını iyi araştır!” buyurdum. Talebemde gidip araştırdığında, yemeği pişirirken ocakta, helâl olup olmadığı şüpheli bir parça odun yaktığını tespit etti ve hemen tevbe etti.


-" Bunlar çok güzel ve öğretici örnekler. Peki Efendim, bize verebileceğiniz bu şekilde tavsiyeler var mı hayatımızda örnek alabileceğimiz ? "


-" Olmaz mı ? Kulaklarınızı açın. Beni dinleyin çocuklar.


🔸Bütün hâllerde ayağı şerîat ve istikâmet caddesine koyarak yürümek, ilâhî emir ve nehiylere uymak lâzımdır. Amelde azîmeti tercih etmek ve Sünnet-i Seniyye’ye tâbî olmak îcâb eder. Ruhsat ve bid’atlerden ziyâdesiyle uzak durup, devamlı hadîs-i şerîfleri rehber edinmek ve her zaman Peygamber Efendimiz ve ashâbına ait haber ve nakilleri araştırıp öğrenmeye gayret etmek gerekir.


🔸Öfke, gaflet, gönülsüzlük ve zorla yapılan bir işte hayır ve bereket yoktur. Zira o işe nefsin hevâsı ve şeytan karışmıştır. Sâlih ameller ve güzel davranışlar, helâl lokma ile mümkün olur. Helâl lokma da gafletle değil, kalp huzuru ile, uyanık olarak yenmelidir.


🔸Yemek pişirirken ve su ısıtırken gönlü hazır eylemek ve lisânı mâlâyânîden muhâfaza etmek gerekir. Bu durumda o su ile abdest alan ve o yemekten yiyenin gönlünde huzur ve uyanıklık meydana gelir. Gafletle ısıtılan sudan abdest alan ve gafletle pişirilen yemekten yiyen kişinin gönlünde ise zulmet ve gaflet meydana gelir.


🔸Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretlerinin emrettiği şekilde Resûlullah Efendimiz’in hadîs-i şeriflerini ve ashâb-ı kirâmın haberlerini araştırmaya gayret ettiğim gibi sizde gayret edin.


🔸 Namazlarını mescitte kılmaya özen gösterin.


🔸Dünya malına ehemmiyet vermeyin.


🔸Bir dostun evine gelse, bizzat hizmet et, onu en güzel şekilde izzet ü ikramda bulunur ve her türlü îtinâyı gösterir. Bineğine sahip çıkın.


🔸 Allah dostlarının sohbetlerinin büyük bir nimet olduğunu unutma ve her fırsatta onlarla birlikte olun. "


Nakşibendi Hazretleri konuşmaya devam edecekti ki sohbet vaktinin geldiğini anladı.


-" Çocuklar size de son tavsiyem, asla ilimden vazgeçmeyin. İyiliği emredin ve kötülükten alıkoyun çevrenizi. Anlaştık mı ? "


-" Anlaştık Efendim. Birde size bir şey demek istiyorum. Bizim bugün vefat eden bir tane amcamız var. Oda sizin yolunuzdan geliyor inşaAllah. "


-" Çok mutlu oldum çocuklar. Allah her daim kimseyi bu yoldan ayırmasın. "


-" Aminn. " Dedi Ayşe.


-" Teşekkür ederiz bize vakit ayırdığınız için. İnşaAllah bir daha karşılaşmak dileğiyle. "


Çocuklar oradan ayrılıp sandığın olduğu yere gittiler. Ayşe, Nakşibendi Hazretleri hakkında son bilgileri de abisine söyledi.


-" Hace Muhammed Parisa'nin (k.s) yazmış olduğu " Makamat-ı Hace Bahaüddin Nakşibend " isimli bir eser varmış. Birde Bahaüddin Nakşibend Hazretlerinin vaaz ve nasihatla alakalı manzum ' Hayat-Name ' , tasavvufa dair ' Delilü'l-Aşıkîn ' ve ' Evrad-ı Bahaiyye isimli eserleri varmış. Abla göstermişti anneme.


Abi son olarak birde Nakşibendi Hazretlerinin ölümünü şöyle duymuştum annemlerden:


Alâüddîn Attâr Hazretleri şöyle buyurur: “Hâce Hazretlerinin son anlarında Yâsîn-i Şerîf okuyorduk. Yarısına geldiğimizde nurlar zâhir olmaya başladı. Hâce Hazretleri kelime-i tevhîdi söyleyerek son nefeslerini verdiler. Yaşları 73’ü doldurmuş, 74’e ayak basmıştı. Vefatları 3 Rebîulevvel 791’de (1 Mart 1389) pazartesi gecesi vâkî oldu.” "


-" İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. "


*



-KAYNAKÇA-






Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page