top of page

SAHABEDEN İKİ İNCİMİZ: HZ. AİŞE(RADIYALLAHU ANHÜMA) VE MUSAB BIN UMEYR(R.A)

Güneşin kavurucu sıcağından hayli baygın düşen Ayşe ve Ahmet annelerinin buz gibi limonatası eşliğinde, bahçelerinin süsü kiraz ağacının altında Kur'an kursunda verilen sahabeler ile ilgili dergiyi okumaya koyulurlar. Uzun bir aradan sonra Ahmet, limonatanın son damlasını yudumlamakla cebelleşen Ayşe'ye;


-"Ayşe biliyor musun bazen o zamanlara gitmek istiyorum. Düşünsene Peygamberimizi (sav) bizzat gördüler, muhabbetine mazhar oldular. Meselâ şu an Mus'ab bin Umeyr'i okuyorum. Müslüman olduğu için ailesi tarafından zor durumlar yaşadı. Aslında her birisi ibret nazarıyla okumamız ve istikamet üzerinde gitmemiz gereken bilgiler."


-"Bende Hazreti Aişe'i merak ediyorum abi. Ondan ilim tahsil eden hayli insan olmuş. Aslında sandığa gidip o zamanlara şöyle bir geçiş yapsak yüreğimize havsalamıza da iyi gelecek."


-"Hay yaşa sen. O zaman annemden izin alıp geliyorum. Biraz da kurabiye alalım yanımıza. Dedemin deposuna giderken yeriz yolda."


-"Ohh miss."


Ayşe ve Ahmet; yüreklerinde derin bir heyecan, yüzlerinde tebessüm, ellerinde annelerinin fırından taze çıkardığı kurabiyeler eşliğinde dedelerinin kulübesine vardılar. Sandığa doğru ilerleyip tebdili kıyafetlerini giydiler ve o eşsiz yolculuk...


Güneşin sıcak kumlarda bir huzme gibi süzüldüğü vakitlerde çadırın önündeki tahta oturaklarda çocuklara testiden buz gibi bal şerbeti ikram eden hikâyeci beliriverdi.


-"Es Selamü aleyküm ve rahmetullahü ve berekatühü çocuklar. Hoşgeldiniz."

Ayşe ve Ahmet hep bir ağızdan;


-"Ve aleyküm esselâm efendim. Hoş bulduk. Biz Hazreti Aişe annemizi, Mus'ab bin Umeyr'i tanımak isteriz. Çok uzak zamanlardan geldik. Dünya çetrefilli, İslam hüzün ile yaşanıyor. Biz istedik ki örnek alacağımız o güzide şahsiyetleri tanıyalım. Mecmua  okurken birden bu fikirlerin vehmine kapıldık. Siz de anlatmak isterseniz, talibiz."


-"Ahh çocuklaaarr ne iyi yüreklisiniz. Demek zor zamanlar yaşanıyor haa. Peki o zaman, bahsettiğiniz kişiler çok değerli, dilerim Allahtan onlarla komşu oluruz cennette."


-"Amiinn."


-"Peki o vakit hele bir soluklanın, size buz gibi bal şerbeti ikram edeyim, sünnettir."


Ağızlarında kalan eşsiz tadın ardından hikayeciyi can kulağıyla dinlediler.


-"Bakın çocuklar; Hazreti Ebu Bekir'in evi İslam nurunun ilk girdiği evlerdendir. Bu sebeple Hazreti Aişe'nin kulağı hiçbir zaman şirk ve küfre açık kalmadı. O daima iman ve İslam bahislerini dinler, derece derece bilgisini arttırırdı. Peygamberimiz (sav) ile nişanlanmasının ardından bu gayreti daha da arttı. Hazreti Aişe validemiz, Şevval ayı içinde Resul-i Ekrem'in evine gelerek hareme dahil olmuş ve mü'minlerin annesi olmuştu.


Bu mesud izdivacından Hz. Aişe validemizin çocuğu olmadı. Araplar, bir çocuğa izafetle künye almaktan hoşlanırlardı. Bu kabileler arasında çok yaygın bir adettir. Hz. Aişe bu durumu Peygamberimize açtı. Kendisine, kardeşi Esma' nın Zübeyr b. el-Avam'dan olma oğlu Abdullah'ı evlat edinip onunla künye alması tavsiye edilince 'Ümmü Abdullah' diye künye almıştı.


Müminlerin annesi olma şerefi 'Sıddıka' payesi ve 'Ümmü Abdullah' künyesi ile anılan Hz. Aişe geniş bilgisi ile de müstesna bir mevki işgal etti. Ahh çocuklar zeka ve dirayeti çok üstündü.


Peygamberimizin zevceleri arasında en genci olduğu için dini talim ve terbiyesinden en fazla yararlanan da o olmuştu. Efendimizin irtihalinden sonra, kadınlarla ilgili meselelerde gerek kadın gerekse erkeklere açık ve doyurucu bilgiler vermiştir. O halkın dini müşküllerini çözer, Efendimizden öğrendiği bilgilerle kadınlığa terakki yolunu açmıştır.


Babası Ebu Bekir, Arap edebiyatına son derece vakıf olduğu için Hz. Aişe de edebi sahada geniş bir bilgi sahibiydi. Efendimizin evindeki hayatı sırasında okumayı öğrenmiş ve Kuran-ı Kerim'i yüzünden okumaya başlamıştı. O tarih ilminde de geniş bir bilgiye sahipti. Ayrıca Efendimizi ziyarete gelen devrin tabiplerinden tıbba ait birçok tecrübeye de sahip olmuştu."


Ayşe söze atıldı:


_"Yaa demek bir sürü ilim dalıyla ilgilenmiş. Ne güzel değil mi abiiş."


Ahmet ve hikayecinin yüzünde tebessüm belirdi. Hikayeci;


-"Çocuklar biraz daha şerbet?"

İkisi birden;


-"Oluurr." dediler.

Tazelenen şerbetlerin ardında hikayeci;


-"Kaldığımız yerden devam edelim. Onu, ilmini anlatsak sahifeler yetmez. Eveett Aişe (r.a.)nın hücresi, mescide bitişikti. Bu sebeple o gece veya gündüz mescitte kurulan ilim meclislerinde cereyan eden konuşmaları takip imkanına sahipti.


Çocuklar Hz. Aişe, Efendimize layık bir hayat arkadaşlığının gerektirdiği takvayı her zaman korumuştur. O, mütevazı bir hücreyi, saraylara tercih edecek kadar büyük bir göz tokluğuna sahipti. Onun evinde 1 sedir, 1 yastık, 1 yatak, 1 hasır, 2 çanak, 1 su kabı, 1 tane de su içmek için bardak vardır."


Sözü Ahmet devraldı.


-" Şu an yaşadığımız zamanda evli olan çiftlerin evi tavana kadar eşya dolu ama ne mutluluk var ne de huzur..."

Derin bir sessizliğin ardından hikayeci anlatmaya devam etti.


-" Ahh çocuklar o mütevazı hücrenin içinde bir kandil bile yoktu. Zaman olurdu kırk gün bu hücrede ışık yanmazdı. Amma alemleri aydınlatan şems-i Muhammedi vardı. Hz. Aişe çok cömert olduğundan elinde bir şey bulundurmaz, fakirlere tasadduk ederdi. Kapısına gelen yoksulu asla boş çevirmezdi. Bir gün gelen bir fakir kadına evde başka bir şey bulunmadığı için eline geçen bir  tek hurmayı vermiş ve gönlünü almıştı.


Onun hayatının her safhasında kemal ve faziletin canlı bir örneği bulunurdu. Efendimizin hanesinde kanaatkarane bir hayat sürmüş, hiçbir zaman karşılaştığı geçim darlığından şikayette bulunmamış, manânın letafetini, maddenin kesafetine daima tercih etmişti.


Yetim çocukları himaye eder, bakar büyütür,terbiyeleriyle meşgul olur, evlendirirdi. Müminlerin annesi, ibadetlere ne derece rağbet gösterirse günahlardan da o derece nefret ederdi. Kimseye bir fenalık yapmaz, incitmezdi. Kimsenin ihsanını kabul etmemeyi itiyad haline getirmişti. Bir hediye kabul edecek olsa, karşılığında bir hediye verirdi.


Savaş meydanlarında da çok cesaret gösterdi. Hendek savaşının kızıştığı bir sırada, kadınların bulundukları yerden çıkıp Müslümanların ne durumda olduklarını tetkik etmişti. O, Uhud savaşında bir kırbayı yüklenip İslam mücahidlerine su dağıtmış ve gelmesi ihtimal dahilinde bulunan tehlikelere karşı hayatını hiçe sayarak harp meydanında dolaşıp bu ulvi vazifeyi görmüştü.


Zamanlarını çeşitli nafile ibadetlerle doldurur, Resulullahtan gördüğünü yapar ve duyduğuna göre yaşardı. Allah rızası uğrunda 62 köleyi hürriyetine kavuşturdu.


Peygamber efendimizin ahirete göç etmesinden sonra birçok Ashab-ı Kiram, İslam memleketlerine dağılmışlar ve halka dini esasları öğretmeye gayret ediyorlardı. Medine"de bu hizmeti görenlerin başında Hz. Aişe validemiz geliyordu. Onun evi;erkek, kadın ve çocuklar olmak üzere ilim aşıklarının ve dini vazifelerini öğrenmek isteyenlerin devam ettikleri feyizli bir medrese idi.


Irak'ta yetişen kudretli alim İmam Nehai, çocukluk devrinde Hz. Aişe'nin derslerine devam etmiş ve onun ilminden istifade etmişti. Tabiinden olup da Hz. Aişe'nin yaşadığı asra yetişen hadis alimleri, hep kendisinden istifade etmişlerdir. Bunların sayısının yüz elliyi aştığı aşikâr. Ahmed b. Hanbel'in altı ciltlik Müsned'indeki hadislerin çoğunu Hz. Aişe'den rivayet edilen Hadis-i şerifler teşkil etmektedir."


-" Başka bir şey var mı hayatında onu üzen ? "


-"Evet, Ifk hadisesi çocuklar.

Müreysî Gazvesi’nden dönüşte idi. Allâh Rasûlü’nün zevce-i pâki Hazret-i Âişe (r.a.) ordunun konakladığı yerden, ihtiyaç için biraz uzaklaşmıştı. Döndüğünde ise ordu çoktan hareket etmiş bulunuyordu. Çünkü o sıra tesettür âyeti inmişti ve mü’minlerin anneleri, bir yere giderken devenin hörgücü üzerine konan ve hevdec adı verilen hücre içinde götürülmeye başlanmıştı. Bu sebeple ordu hareket ettiğinde, mü’minlerin annesi Hazret-i Âişe (r.a.) de devenin üzerindeki hevdecde zannedilmişti.



Hazret-i Âişe vâlidemiz, ordunun ardına düşüp kaybolmaktansa, bulunduğu yerde beklemeyi tercîh etti. Hafiften uykuya daldı. O sırada kâfileden geri kalanları toplamakla vazîfeli bulunan Safvân bin Muattal (r.a.) Hazret-i Âişe’yi fark etti:


“…Biz Allâh’a âidiz ve yine O’na döneceğiz.” (el-Bakara, 156) âyetini okuyarak kendisinin orada bulunduğunu duyurdu.


Bu ses üzerine Hazret-i Âişe annemiz uyandı. Safvân (r.a.) tek kelime bile konuşmadan devesini çöktürdü; Hazret-i Âişe vâlidemiz de bindiler. Öğle vakti orduya yetişmişlerdi. Bu durumu gören münâfıklar, ellerine bulunmaz bir fırsat geçmiş gibi bu defâ da ağızlarını çirkin bir iftirâ için açtılar.


Hazret-i Peygamber’in durumuna gelince; en büyük keder, hiç şüphesiz O’nun mübârek gönlüne düşmüştü. Çoğu kere evine kapanıyor, insanlarla pek fazla görüşmüyordu. Bu hususta küçük bir tahkîkat yaptırdı. Hazret-i Âişe’nin suçlu olduğuna dâir en ufak bir alâmet bile yoktu. Ancak münâfık ağızlar susmuyordu.


Hâdiseyi en son duyan, Âişe annemiz oldu. Bu ağır iftirâyı işitir işitmez de müthiş bir teessüre kapıldı. Târifsiz bir elemle, Peygamber Efendimiz’den izin alarak babasının evine, mesele hakkında mâlumat edinmeye gitti. İşittiği dedikoduları bir de onlardan dinleyince, âdeta eridi, bir sonbahar yaprağı gibi sarardı soldu.


Bu sırada Peygamber Efendimiz hâdiseyi Âişe vâlidemizle konuşmak istedi. Hz. Ebûbekir’in (r.a.) evine gidip mübârek zevcesine:


“–Ey Âişe! Hakkında bana birtakım sözler ulaştı. Eğer suçsuzsan, Allâh seni temize çıkaracaktır.” buyurdu.


Âlemlerin Efendisi’nin de iftirâlar karşısında küçük bir tereddüt geçirdiğini hisseden hassas ve ince rûhlu Hazret-i Âişe vâlidemiz, anne ve babasına baktı. Onların sustuğunu görünce, nemli gözlerle Allâh Rasûlü’ne şunları söyledi:


“–Vallâhi, iyice anladım ki, siz söylenilenleri duymuş, neredeyse inanmışsınız. Şimdi ben suçsuzum desem, -ki Allâh bunu biliyor- inanmayabilirsiniz. Aksini söylesem hemen inanabilirsiniz. Ama Allâh suçsuz olduğumu biliyor. O hâlde ben, o söylenenlere karşı Allâh’tan yardım istiyorum.”


O günlerde Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’nin zevcesi Ümmü Eyyûb, kocasına:


“–İnsanların Âişe aleyhinde söyledikleri şeyleri işittin mi?” diye sordu.


Ebû Eyyûb:


“–Evet! İşittim. Onların hepsi yalan ve uydurmadır!” dedi. Sonra hanımına:


“–Sen böyle bir kötülük yapar mısın?” diye sordu.


O da:


“–Hayır! Vallâhi ben kat’iyyen böyle bir kötülük yapmam!” dedi.


Bunun üzerine Ebû Eyyûb:


“–Sen böyle olunca, vallâhi Âişe senden daha hayırlıdır!” dedi. (İbn-i Hişâm, III, 347; Vâkıdî, II, 434)


Artık işin anlaşılması sâdece vahy-i ilâhîye kalmıştı. Nitekim çok geçmeden Cenâb-ı Hak, hâdiseyle alâkalı âyet-i kerîmeleri inzâl buyurdu. Söylenen sözlerin, münâfıkların iftirâlarından ibâret olduğu âşikâr oldu. İlâhî beyanlar, hem Âişe annemizi temize çıkarmakta hem münâfıkların haksız ithamlarını yüzlerine vurup onlara azâbı haber vermekte hem de bu iftirâyı dillerine dolayan gâfilleri îkâz etmekteydi."


-"Ne kadar donanımlı Maşallah. Ama o yaşadığı olay çok üzücü. Allah böyle kötü iftiralardan sakındırsın."


-"Allah seni de Aişe validemizden kılsın evlat. Güzel ahlak üzere eylesin."


Hep birlikte Amin dedikten sonra Ahmet söze girişti;


-"Efendim bizim vaktimiz kısıtlı sizden Mus'ab bin Umeyr'i de anlatmanızı istesek?"


-"Tabii evladım tabii. Siz yeter ki istekli olun. Ben size her şeyi anlatırım."


Mütebessim bir şekilde anlatmaya başladı hikayeci;


-"Kureyş’in ana kollarından, Câhiliye devrinde sidâne ve hicâbe görevleriyle kabilenin sancaktarlığını yürüten Benî Abdüddâr’a mensup zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.


İlk müminlerden biriydi; ancak Resûl-i Ekrem’in peygamberliğine şiddetle karşı çıkan ailesinin buna izin vermeyeceğini bildiğinden onun yanına bir süre gizlice gidip geldi ve namazlarını da gizli kıldı. Durumu öğrenilince hayatında zor bir dönem başladı. Babası ve annesi onu müslüman olduğu için hapsettiler ve yolundan dönmesi için çeşitli baskılar yaptılar, fakat dininden vazgeçiremediler.



Mus‘ab, peygamberliğin beşinci yılında ilk kafile ile Habeşistan’a hicret etti. Bir süre sonra Mekke ileri gelenlerinden bazılarının İslâm’a girdiği yolunda yanlış bir haber duyulunca otuz sekiz kişiyle birlikte geri döndü ve Birinci Akabe Biatı’na kadar (621) Mekke’de kaldı. Bu tarihte Resûl-i Ekrem, Medineliler’in isteğiyle onu İslâm tarihinin ilk muallimi olarak görevlendirdi; bu sebeple Medine’ye ilk hicret eden sahâbî olarak da kabul edildi."



Ahmet;


-"Ahh hikayeci bizim geldiğimiz yılda da ne yazık ki inancını yaşayamayan, inançlarından ötürü bölünüp parçalanan nice garip memleketler var."


-"Doğu Türkistan, Gazze, Kudüs..."


Diye sözü devraldı Ayşe.


-"Yaa, ahh Kudüs kimlerin elindesin sen? Çok üzüldüm çocuklar. Peki kimse bir şey yapmıyor mu? Mücadele edip cehdeden yok mu?"


Çocuklar başını yere doğru eğdiler.


-"Gaflet uykusundan uyanabilirsek mücadele vereceğiz hikayeci."


Derin bakışmaların ardından hikayeci kaldığı yerden devam etti.


-"Es‘ad b. Zürâre’nin evinde kalan ve onun desteğiyle verimli bir çalışma yürüten Mus‘ab, Hz. Peygamber’in tebliğ tarzını çok iyi kavraması, Kur’ân-ı Kerîm’den o zamana kadar inmiş âyetleri ezbere bilmesi ve etkili konuşmasıyla Üseyd b. Hudayr ve Sa‘d b. Muâz gibi tanınmış şahsiyetlerin ihtida etmesini sağladı; Medine’de Es‘ad b. Zürâre ile birlikte cuma ve vakit namazlarını kıldırdı. 622 yılının hac mevsiminde ikisi kadın yetmiş beş kişiyle Mekke’ye geldi ve Resûlullah’a bir yıl içinde yaptığı tebliğ faaliyetini anlatarak onun takdirini kazandı. Medine’ye hicretin başlangıcı olan İkinci Akabe Biatı’nın hazırlanması ve gerçekleştirilmesinde önemli görev yapan Mus‘ab üç ay daha Mekke’de kalıp geri döndü.


Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onu muhacirlerden Sa‘d b. Ebû Vakkās, ensardan Ebû Eyyûb el-Ensârî ile kardeş yaptı ve kabilesinin geleneğine uyarak Bedir’de muhacirlerin, Uhud’da bütün müslümanların sancağını onun taşımasına izin verdi.


Uhud Gazvesi’nde Hz. Peygamber’in yanından hiç ayrılmayıp sancaktarlık görevini yerine getiren Mus‘ab, Resûl-i Ekrem’i yaralayan İbn Kamîe’nin kılıç darbeleriyle her iki eli de kesilince sancağı kollarıyla göğsüne bastırarak dik tutmaya çalışırken yine onun mızrağıyla şehid düştü.


Savaştan sonra şehidler defnedilirken Hz. Peygamber, yoksul bir kıyafet içindeki Mus‘ab’ı yanındakilere göstererek onun bir zamanlar en güzel elbiseleri giydiğini, en güzel yemekleri yediğini, fakat Allah ve resulünün sevgisini her şeye tercih ettiğini söyledi. Ardından, “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice kişiler vardır. Onlardan bazısı sözünü yerine getirip o yolda canını vermiş, bazısı da şehidliği beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde -sözlerini- değiştirmemişlerdir” meâlindeki âyeti (el-Ahzâb 33/23) okudu.


Sahâbîler, daha sonraki dönemlerde bolluk ve refah içinde yaşadıkları zamanlarda daima Mus‘ab’ı anmışlardır.


Bunlardan Habbâb b. Eret, Mekke’den Medine’ye dünyevî menfaatler için değil Allah rızâsı için hicret ettiklerini, fakat Allah Teâlâ’nın kendilerine dünya nimetlerini de verdiğini, Mus‘ab b. Umeyr gibi arkadaşlarının bu nimetlerden hiçbir şey tatmadan âhirete intikal ettiklerini belirttikten sonra Uhud’da şehid olduğu gün onu saracak bir kefen bulamadıklarını, bedenini hırkasıyla örtmeye çalıştıklarında başına çekince ayaklarının, ayaklarına çekince başının açıldığını, sonunda başını örttüklerini, ayaklarının üstüne de kokulu bir ot demeti koyduklarını söylemiştir (Buhârî, “Cenâʾiz”, 27, “Meġāzî”, 17, 26; Müslim, “Cenâʾiz”, 44). Mus‘abü’l-hayr diye de anılan Mus‘ab, ümmü’l-mü’minîn Zeyneb bint Cahş’ın kız kardeşi Hamne ile evli olduğu için Hz. Peygamber’in bacanağı idi."


Ahmet'in gözünden bir damla yaş düştü.


-"İslam ne zorluklarla, ne meşakkatlerle kurulmuş. Oysa biz daha sabah namazına uyanmakta güçlük çekiyoruz. Müteşekkiriz hikayeci. Allah razı olsun."


-"Allah sizden de razı olsun evlat. Yine gelin. Allah, ümmete firaset, basiret versin. Üzüldüm. Allah sizi iki cihanda aziz etsin."


*


Kaynakça:






3)Büyük İslam kadınları ve hanım sahabeler



4)Çelik yayınları, Mehmed Emre, İstanbul 2018

Comentarios


Yazı: Blog2_Post
bottom of page