top of page

SAHABELERDEN İNCİLER HZ. ZEYD BİN SABİT VE HZ. EBÜ EYYÜB EL-ENSARİ

Güncelleme tarihi: 1 Şub 2021



GENÇ BİR HAFIZ OLAN SAHABE: ZEYD BİN SABİT


- "Evet çocuklar bil bakalım kim oyununun son sorusuna geldik."

Ayşe kendini tutamamış "yaşasın" diye bir sevinç çığlığı atmıştı. Ardından ekledi:

- "Hadi amca zaten çok heyecanlıyım bir an önce bilmeceni sor."


Ahmet de Ayşe'ye katılarak:

- "Ayşe haklı amca çok merak ediyoruz."


Akif Bey:

- "Tamam çocuklar bu kadar sabırsız olmayın. Nasıl tanıtacağımı bir düşüneyim."


Ahmet ve Ayşe büyük bir heyecanla amcalarına kitlenmişlerdi. Gözlerini ayırmıyorlardı ondan.

Akif Bey'in "Immm, tamam buldum." demesiyle Ayşe ellerini sevincini belli edecek şekilde çırptı.

Akif Bey:

- "Tanıtacağım kişi bir sahabe." Dedi ve ekledi:


- "Genç bir hafız

Ezberi ile hayatı bir muhafız

Kuran genci bir yıldız.


Bilin bakalım kim bu sahabe? "


Ahmet ve Ayşe düşünmeye başlamışlardı. Akif Beyin söylediklerini tekrarlayıp duruyorlardı. Bir süre böyle geçtikten sonra Akif Bey:

- "Bilemediniz çocuklar, süreniz doldu."

Diyerek küçük kum saatini işaret etti.

Ahmet düşünmeye devam ederken Ayşe mızmızlanmaya başladı:

- "Ama amca fazladan birazcık süre versen olmaz mı? Hem bu çok zordu."

Akif Bey:

- "Olmaz öyle şey Ayşe hanım. Oyunun kuralları belli değiştiremeyiz."


Ahmet'e dönerek ekledi Akif Bey:

- "Hu huuu Ahmet Bey bakıyorum sizde dalıp gittiniz. Bu kadar düşünmek yeter, cevabı açıklayacağım. Hem saatte geç oldu, yatma vakti artık."


Ayşe:

-"Uf tamam ya zaten çok yoruldum."

Ahmet de onu onayladı ve yine bir heyecanla cevabı öğrenmek için dikkat kesildiler.

Akif Bey:

- Bahsettiğim hem hafız olan hem de bu hafızlığı hakkıyla yaşayan, yaşatan, Kuran genci yıldız sahabe Zeyd bin Sabit (radiyellahu anhümâ)'tir.


Ahmet ve Ayşe aynı anda "Zeyd bin Sabit mi? İlk defa duyuyorum." Dediler.

Akif Bey tebessüm ederek:

- "Evet Zeyd bin Sabit. Size anlatırdım ama şimdi yatma vakti. Geç oldu yatmalısınız. Ben yarın anlatırım size. Şimdi yataklara." Dedi ve tam salondan çıkacakken geri döndü:

- "Hatta çocuklar bu sizin yarın akşama ödeviniz olsun. Bu defa da siz bana anlatın. "


Ahmet ve Ayşe sabah erkenden işlerini hallederek, amcalarına bilgi sunabilmek için depoya yolculuğa gittiler.


Tarihi girdikten kısa bir süre sonra kıyafetlerini de giydiler. Artık Hikâyecinin yanına gitmeye hazırdılar. Bu defa Hikâyeciyi beklemek zorunda kalmadılar Ahmet yolu ezberlemişti. Hikâyecinin çadırına vardıklarında Hikâyeciyi orada buldular. Buna çok sevindiler aksi takdirde eve elleri boş döneceklerdi ve bunu hiç istemezlerdi çünkü akşama yetiştirmeleri gereken ödevleri vardı. Ahmet'in rehberliğiyle gecikmiş olan çocuklar kısa bir konuşmadan sonra hemen konuya girdiler.


Hikâyeci başladı anlatmaya:


- "Hicretten on bir yıl önce (611) Medine’de doğdu. Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Babası Sâbit, Buâs savaşında öldüğünde Zeyd altı yaşındaydı. Annesi Nevvâr bint Mâlik’tir. Çok akıllı ve hâfızası güçlü bir çocuk olan Zeyd, Hz. Peygamber Medine’ye gelmeden önce on yedi sûreyi ezberlemişti."


Ayşe:

- "Vay canına on yedi surenin hepsini nasıl da ezberlemiş."


Ahmet:

-"Unuttun mu Ayşe amcam "Genç bir hafız." demişti onun için."


Hikayeci:

- " Evet çocuklar o gerçekten çok yetenekli bir hafız idi. Dahası da var. Hicretten hemen sonra akrabaları tarafından Resûl-i Ekrem’e tanıtıldı, ezberlediği sûreleri ona okudu ve onun takdirini kazandı. Resûlullah, yahudilerle yaptığı görüşmeler ve yazışmalar sırasında kendisine yardımcı olması için Zeyd’in İbrânîce (veya Süryânîce) yazmayı öğrenmesini istedi; o da kısa sürede bu yazıyı öğrendi. Bedir Gazvesi’nde esir düşen müşriklerin okur yazarlarından okuma yazma öğrenenler arasında Zeyd de vardı. Zeyd b. Sâbit’in ayrıca Farsça, Rumca, Kıptîce ve Habeşçe bildiği, Farsça’yı kisrânın elçisinden, Rumca’yı Resûlullah’ın hâcibinden, Habeşçe’yi ve Kıptîce’yi de yine Resûlullah’ın hizmetçilerinden öğrendiği rivayet edilmektedir."


Ayşe'nin yüzü hayranlık ve şaşırma belirtilerini alınca Hikâyeci:

- "Şaşırma Ayşe eğer istersek bizler de onun ve yine bir çok sahabe gibi. Yetenekli olabiliriz. Mühim olan kendimizde o kuvveti görebilmektir ve hak olana yöneltmektir."


Ahmet:

- "Evet haklısın Hikâyeci tanıdığım hafız olan bir çok arkadaşım var. Onlar da bu işi gerçekten yapmak isteyenlerden."


Hikâyeci:

- "Biz yine hikâyemize devam edelim sonra zamanınızın yetmeyip tam öğrenemeden gitmenizi istemeyiz." Dedi. Ahmet ve Ayşe de başlarıyla onayladıktan sonra Hikâyeci devam etti:


- "Yaşı küçük olduğundan Uhud Gazvesi’ne katılmasına izin verilmedi ve şehirde kalanları korumakla görevlendirildi. Hendek Gazvesi’nde hendek kazılırken çıkan toprağı taşımaya yardım etti. Resûl-i Ekrem onun bu gayretini görünce, “Ne kadar iyi bir çocuk!” diye takdirlerini bildirdi. Hayber’in fethi sırasında kendisine Müslümanların sayısını tespit etme görevi verildi. Vahiy inmeye başladığında Hz. Peygamber’in kendilerine haber gönderdiği kâtipler arasında Zeyd de vardı. Aynı zamanda Resûl-i Ekrem zamanında Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezberleyen ensara mensup dört kişiden biriydi.

Hz. Ebû Bekir döneminde de kâtiplik yapan Zeyd’in bu dönemde üstlendiği ilk önemli görev Kur’ân-ı Kerîm’in cem‘idir."


Ayşe meraklı bir şekilde Hikâyeciyi durdurarak:

- "Kuranı cem etmek ne demektir?"


Hikâyeci:

- "Cem etmek demek, toplamak bir araya getirmek demektir. Kur'an'ın cem edilmesi de toplanarak mushaf haline getirilmesi demektir. Buna bu anlamda Cem'u'l-Kur'an denir. Anladın mı Ayşeciğim?"


Ayşe:

- "Evet şimdi anladım teşekkür ederim. Hadi lütfen devam et." Dedi Ayşe.


-"Anladıysan devam ediyorum.

Yemâme Savaşı ile diğer bazı savaşlarda hâfız sahâbîlerden bir kısmının şehid olması üzerine Kur’an’ın toplanması fikrini Halife Ebû Bekir’e açan Hz. Ömer bu hususta onu ikna etti. Ebû Bekir’in emriyle Zeyd b. Sâbit’in başkanlığında kurulan heyet Kur’an âyetlerinin yazılı olduğu sayfaları bir araya getirip Kur’an’ı cemetmekle görevlendirildi. Yanlarında yazılı Kur’an metinleri bulunanların bunların âyet olduğuna şâhitlik edecek iki kişiyle birlikte heyete başvurmaları ilân edildi. Heyet üyeleri ashabın getirdiği yazılı metinleri kontrol edip yazıyordu. Böylece Kur’an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplandı ve Hz. Ebû Bekir’e teslim edildi. Cemedilen Kur’an başta Hz. Ömer ve Ali olmak üzere bütün sahâbenin onayını aldı. Abdullah b. Mes‘ûd’un tavsiyesine uyularak derlenen metne “el-mushaf“adı verildi.


Yermük Savaşı günü Zeyd’e ganimetleri taksim etme görevi verildi. Hz. Ömer, Zeyd’i kendisine danışman tayin etti. Hem bazı nasların anlaşılması ve uygulanmasında hem de hakkında nas olmayan yeni meselelerin çözümünde ona danışırdı. Yine Ömer döneminde Medine’de davalara Zeyd bakar, halife şehirde bulunmadığı zaman ona vekâlet ederdi. Hz. Osman döneminde halifeye vekâletin yanı sıra beytülmâle bakmakla görevlendirildi. Aynı dönemde, Ebû Bekir zamanında cemedilen mushafı çeşitli şehirlere gönderilmek üzere istinsah eden heyetin başkanlığını yaptı. Hz. Osman’ın evi kuşatıldığında halifenin evine girdi, dışarıdaki muhasaracıları teskin etmeye çalıştı ve ensardan bazılarını muhasaradan vazgeçirdi. Zeyd’in 45, 51 veya 55 yılında vefat ettiğine dair rivayetler vardır. Bunların içinde en çok 45 yılıyla ilgili rivayet tercih edilmektedir. Cenaze namazını Hicaz Valisi Mervân b. Hakem kıldırmış, Medine’de birçok kişi onun için üç gün yas tutmuştur. Zeyd birkaç evlilik yapmıştır. İlk eşi Ümmü Cemîl bint Mücellil’den bir, Ümmü Sa‘d Cemîle bint Sa‘d b. Rebî‘den on üç, Amre/Umeyre bint Muâz b. Enes’ten dört; adı bilinmeyen bir hanımdan dört; bir diğerinden ise yedi olmak üzere yirmi dokuz çocuğu dünyaya gelmiştir.


İslâm tarihi boyunca Zeyd b. Sâbit’in adı Hz. Ömer, Ali, İbn Mes‘ûd, Übey b. Kâ‘b ve Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yle birlikte ilim ve fetva ehli olan sahâbîler arasında zikredilmiştir. Zeyd fıkhî konularda vuku bulmuş olaylar üzerine görüş bildirir, kendisine sorulan bir olayın vuku bulup bulmadığını sorar, gerçekleşmeyen olaylar hakkında cevap vermezdi. Ahmed b. Hanbel el-Müsned’de Zeyd b. Sâbit’ten doksan beş hadis nakletmiştir. Kendisinden Ebû Hüreyre, İbn Abbas, İbn Ömer, Ebû Saîd el-Hudrî, Enes b. Mâlik, Sehl b. Sa‘d, Ebû Ümâme b. Sehl gibi sahâbîlerin yanı sıra Mervân b. Hakem, Saîd b. Müseyyeb, Kabîsa b. Züeyb, Ebân b. Osman, Atâ b. Yesâr, Süleyman b. Yesâr, Urve b. Zübeyr, Tâvûs b. Keysân, Büsr b. Saîd ve çocukları Hârice ile Süleyman gibi birçok tâbiî hadis rivayet etmiştir. Zeyd’in verdiği hükümleri en iyi bilen Kabîsa b. Züeyb onun fıkıh alanında iyi bir takipçisiydi. Tâbiîn neslinin kıraat âlimlerinden Ebû Abdurrahman es-Sülemî de Zeyd’in talebesi olup on üç yıl boyunca kendisine Kur’an’ı baştan sona okumuştur.


Zeyd b. Sâbit, hadisleri anlama ve sünnetleri tespit etme hususunda uzman bir sahâbeydi. Hadis konusundaki bilgisine güvenilir ve, “Allah Âişe’yi bağışlasın, biz Resûlullah’ı ondan daha iyi biliyoruz” derdi. Yanlış anlatılan hadis ve uygulamaları farkettiğinde hemen düzeltirdi. Tarlaların kiraya verilmemesi gerektiğine dair Râfi‘ b. Hadîc’in Resûl-i Ekrem’e izâfe ederek naklettiği bir sözü duyan Zeyd onun hadisi eksik duyduğunu söylemiş ve şu açıklamayı yapmıştır: “Allah, Râfi‘ b. Hadîc’e mağfiret etsin. Ben bu hadisi ondan daha iyi biliyorum. Ensardan iki kişi kavga edip Hz. Peygamber’in yanına gelmiş, o da kendilerini dinledikten sonra, ‘Eğer durumunuz böyle ise tarlaları kiraya vermeyin’ demişti; Râfi‘ b. Hadîc de onun sadece, ‘Tarlaları kiraya vermeyin’ sözünü işitmiştir.” Bu haberde Zeyd sözün hangi bağlamda kullanıldığını bildiğini, Râfi‘in söz-bağlam ilişkisini kuramadığı için bunu bir yasaklama zannettiğini ve hadislerin sebep-ortam bütünlüğü içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.


Zeyd b. Sâbit ayrıca geniş ferâiz bilgisine(feraiz ilmi, miras sahibinden kalan malların kimlere, asıl dağıtılacağını gösteren ilimdir.) sahipti. Bu husus onu bi‘set döneminde ön plana çıkaran önemli özelliklerdir. Sonraki yıllarda fıkıh alanında belli başlı isimler arasında yer alması Zeyd’in bütün dinî alanlarda kendisini yetiştirdiğini göstermektedir. Ferâiz konusundaki derin bilgisini bizzat Hz. Peygamber, “Ümmetim içinde ferâizi en iyi bilen Zeyd’dir” sözüyle dile getirmiştir. Tâbiîn âlimlerinden Mesrûk b. Ecda‘, Zeyd’in ferâiz bilgisini değerlendirirken Âl-i İmrân sûresinin 7. âyetindeki “râsihûn” kelimesine telmihte bulunarak onun ilimde derinlik sahiplerinden olduğunu söylemiş ve ferâize dair bazı görüşlerini hocası Abdullah b. Mes‘ûd’un görüşlerine tercih etmiştir. Şâfiî’nin ferâiz hakkındaki görüşlerinde Zeyd’in etkisi büyük olmuş, Hâkim en-Nîsâbûrî, onun ferâiz konusundaki görüşlerinin bütün sahâbe tarafından hüccet kabul edildiğini bildirmiştir. Bazı çağdaş kaynaklarda Zeyd’in ferâiz konusunda eser verenlerin ilki olduğu belirtilir. Resûl-i Ekrem döneminde fetva veren sahâbeler arasında da zikredilen Zeyd’in bu fetvaları muhtemelen daha çok ferâize dairdir.


Zeyd b. Sâbit hakkında yapılan çalışmalar arasında Safvân Adnân Dâvûdî’nin Zeyd b. Sâbit kâtibü’l-vahy ve câmiʿu’l-Kurʾân’ı, İbrahim Taşcı’nın Zeyd b. Sâbit ve Kur’an-ı Kerim’e Hizmeti (doktora tezi, 1999, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Durak Pusmaz’ın Zeyd b. Sâbit ve Kur’an İlimlerindeki Yeri (yüksek lisans tezi, 1986, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Fâiz Hâmid Muhammed Kureşî’nin Zeyd b. Sâbit ve merviyyâtühû fî Müsnedi’l-İmâm Ahmed (yüksek lisans tezi, 1981, Ümmü’l-Kurâ Üniversitesi [Mekke]), Muhammed Revvâs Kal‘acî’nin Mevsûʿatü fıkhi Zeyd b. Sâbit (Beyrut 1993) adlı çalışmaları sayılabilir.


Evet çocuklar Zeyd bin Sabit'in hayatı da böyle idi. Sormak veya söylemek istediğiniz bir şey var mı?"


Ahmet:

-"Aslında ben bir şey sormak istiyorum. Amcam bize Kuran genci bir yıldız diye bahsetti ondan. Neden böyle söyledi ki?"


Hikâyeci:

- "Şöyle ki Ahmet Zeyd bin Sabit hafızlığı ve bir çok ilmiyle birlikte geçmişi hiçbir şekilde yanlış şeylerden dolayı itham edilmemiştir. Hayatı lekesizdir. O öyle biridir ki ezberlediği her kelimeyi zihnine, kalbine ve de hayatına işlemiştir. Bundan dolayı o tam olarak bir Kuran gencidir.


Ayşe ve Ahmet büyük bir hayranlık duymuştu. Her yolculukta bu hissi yaşıyorlardı. Ne hazinelerle doluydu geçmiş. Amcalarının da dediği gibi onların her biri birer yıldızdı. Eğer yeterince isteyebilirsek ışıklarından faydalanabilmek mümkündü. Her yeni gün onlara bir kişilik daha katıyordu. Dedelerine minnettarlardı. Bu fırsat onun vesilesiyle ellerine geçmişti.


Hikâyeciyle vedalaştıktan sonra öğrendiklerini amcalarına aktarmak için hemen geri döndüler. Akşam tüm öğrendiklerini amcalarına anlatmışlardı. Amcaları şaşırmış ve öğrendikleri karşısında mutlu olmuştu.




MİHMANDAR-I RESUL LAKABININ SAHİBİ SAHABE: EBU EYYÜB EL-ENSARİ


Bu haftaki ikinci sahabemiz için devam ediyoruz.


Ayşe:

- "Abi, abiiii." Diye koşarak Ahmet'in yanına geldi Ahmet'se bahçede bitkileri suluyordu. Ayşe'nin koşarak geldiğini görünce:

- "Sakin ol Ayşe, koşma bak düşeceksin yoksa."

Ayşe:

- "Tamam bir daha koşmam. Biliyor musun? Annem birazdan dedemin fotoğraf albümünü gösterecek. Seni de çağırmamı istedi, hadi gel hemen gidelim. Çok merak ediyorum." Dedi ve Ahmet'i kolundan çekiştirerek eve götürdü.


Anneleri Saliha hanım koltukta oturmuş çocuklarını bekliyordu. Ayşe ve Ahmet de annelerini aralarına alacak şekilde hemen yanına oturdular. Albümü incelemeye başladılar.

Saliha hanım her fotoğrafta duygulanmıştı ve babasına rahmet diliyordu.

Ayşe ve Ahmet de her fotoğrafta dedeleriyle ilgili yeni şeyler öğreniyorlardı. Depoda çalışırken ki fotoğrafları, gidip gezdiği yerler de ki fotoğrafları, bahçede ki fotoğrafları...


Albümde bir fotoğraf dikkatlerini çekti. Saliha hanımın dediğine göre orası İstanbul Eyüp Sultan' da Ebu Eyyüb El-Ensari'nin türbesiymiş. Dedelerinin yanında ki adamda dedelerinin arkadaşı Muharrem amcaymış. Kendisi orada bir görevliymiş. Dedesi üç yıl önce oraya gittiğinde çekilmiş. Zaten fotoğrafın arkasında 02.17.2017 diye tarihi not edilmişti.


Saliha hanım:

- "Biliyor musunuz çocuklar dedeniz bu türbeyi ziyaret etmeyi çok severdi. Bu fotoğraf onun oraya ilk gidişi değildi ama nasip ya son gidişi oldu." Dedi hüzünle

Saliha hanım daha fazla fotoğraflara bakamamıştı.


- "Haydi çocuklar bu günlük bu kadar yeter. Kalan fotoğraflara da sonra bakarız." Dedi.

Ayşe ve Ahmet annelerini anlayışla karşılayarak itiraz etmediler. Tabi Ayşe annesinden fotoğrafı istemeyi ihmal etmedi.

Ahmet ise:

- " Anneciğim dedem neden bu türbeyi ziyaret etmeyi çok severdi. Orda yatan zatı çok mu severdi."

Saliha hanım:

- " Evet Ahmet deden çok severdi kendisini ve onun gibi ömrünü yitirmeyi dilerdi. O her hastalığında her zorluğunda "Bir Ebu Eyyüb el- Ensari olmaya çalışmak kolay değil ya." diye hatırlatırdı." Dedi ve gitti Saliha hanım.

Ayşe ve Ahmet bir süre bir birlerine baktılar ve Ayşe:

- " Abi o zatın kim olduğunu öğrenmeliyiz değil mi?"

Ahmet de onayladı başıyla ve Ayşe ekledi:

- " O halde hadi depoya."

Hemen depoya gittiler. Sandıktan aşağıya indikten sonra Ahmet:

- "Hadi Hikâyeciye gidelim de bize anlatıversin." Dedi. Tam tarihi girecekti ki Ayşe:

- "Hayır abi bu defa Hikâyeciden dinlemeyelim. O çok güzel anlatıyor ama (fotoğrafı göstererek) ben bu yere gitmek istiyorum. Hem orda dedemin arkadaşını buluruz ve ondan dinleriz olmaz mı?"

Ahmet:

- "Peki Ayşe bu defa farklılık olsun. Zaten ben de orayı görmek istiyorum." Diyerek fotoğrafın arkasında ki tarihi girdi. Çıkacakları zaman kıyafetlerini değiştirmelerine gerek yoktu çünkü bu defa yakın bir tarihteydiler. Dışarı çıktılar ve türbeye girdiler. Türbe muazzamdı. Çok sevmişlerdi ve etraf 2020'nin aksine pek kalabalıktı. Sahi ne de güzeldi bu zamanlar. 2020 de esaret nedir anladık. Düşününce insanlar sebepleri anlamadılar, söylenmeyi öğrendiler yalnızca. Bu konu da ne denilse kâfi gelmiyor. İyisi biz meraklı yolcularımıza dönelim.


Ahmet:

- "Gerçekten harika bir yer." Diyerek duygularını ifade etti.

Ayşe'de onu kafa sallayarak onaylamakla yetindi.

Ahmet etrafı izlemeyi bırakarak Ayşe'ye döndü ki onu yanında bulamadı. Endişeyle bakınırken hemen ileri de fotoğrafta ki dedesinin arkadaşıyla konuşurken onu buldu. Ahmet de yanlarına gitti.


Ayşe:

- "Abi bak dedemin arkadaşı Muharrem amcayı buldum. Dedem de üç gün önce gelmiş."


Muharrem amca:

- "Demek Ahmet sensin delikanlı."


Ahmet:

- Evet efendim benim. Aslında biz dedemin fotoğrafını görünce burayı ziyaret etmek istedik. Ama vaktimiz az siz bize buradaki zatı anlatabilir misiniz?"


Muharrem amca onlara oturmalarını işaret ederek:

- "Şöyle oturun da elbet anlatırım." Dedi ve lafa başladı:


- "Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Hicretten iki yıl kadar önce hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte müslüman oldu ve ensardan İslâmiyet’i ilk kabul edenler arasında yer aldı. Nübüvvetin 13. yılında yapılan İkinci Akabe Biatı’nda bulundu (622). Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onunla, ileri gelen sahâbîlerden Mus‘ab b. Umeyr arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu. Hz. Peygamber’le birlikte Bedir, Uhud, Hendek, Hayber, Mekke’nin fethi ve Huneyn başta olmak üzere bütün gazvelere katıldı. Savaşlarda ona zarar gelmemesi için yanından ayrılmaz, hatta bazı geceler çadırı etrafında nöbet tutardı. Vahiy kâtiplerinden olması sebebiyle Hz. Peygamber zamanında Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin bir araya getirilmesine hizmet etti. Ashap arasında ilmiyle de tanındığı için kendisine sorulan dinî konularda pek çok fetva verdi.


Ebû Eyyûb Hz. Ebû Bekir devrindeki savaşlarla Hz. Ömer devrinde yapılan Suriye, Filistin ve Mısır seferlerine katıldı. Kıbrıs seferinde de bulundu (28/648-49). Medine âsilerin eline geçip Hz. Osman’ın namaz kıldırması engellenince (35/656) herkes tarafından sevilip sayıldığı için Hz. Ali’nin tavsiyesi üzerine bir müddet imamlık yaptı. Hz. Ali halifeliği döneminde Irak’a gittiğinde onu Medine’de yerine vekil bıraktı. Hâricîler’le ve Muâviye ile yapılan savaşlarda Hz. Ali’nin yanında yer aldı. Bu dönemde Basra valisi olan Abdullah b. Abbas Basra’ya gelen Ebû Eyyûb’a, “Senin vaktiyle Hz. Peygamber’e yaptığın gibi ben de bugün sana hizmet etmek istiyorum” diyerek konağını ona bıraktı. Giderken de kendisine 40.000 dirhem, yirmi köle ve değerli hediyeler vererek onu uğurladı.


Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebû Eyyûb el-Ensârî, “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara 2/195) meâlindeki âyette sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Onun bu kuşatmadan bir yıl sonra (49/669) gönderilen Yezîd b. Muâviye kumandasındaki takviye birliğin içinde bulunduğu da rivayet edilmektedir. Ebû Eyyûb, kuşatma devam ederken hastalanarak 49 (669) yılında vefat etti. Ancak 50 (670), 52 (672) veya 55 (675) yıllarında öldüğü de ileri sürülmüştür. Cenaze namazını Yezîd b. Muâviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askerî birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi. Durumu öğrenen Bizans imparatorunun kuşatma kalktıktan sonra onu kabrinden çıkarıp vahşi hayvanlara yedireceğini söylediği, fakat İslâm ordusu kumandanı tarafından gönderilen cevapta, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslâm ülkesinde yaşayan hiristiyanların ve kiliselerin zarar göreceği bildirilince kabre dokunmayacaklarına dair teminat verdiği nakledilmektedir.


Ebû Eyyûb’un kabrinin sonraları bir bina içine alındığı, kıtlık zamanında kabrini ziyarete gelen hıristiyanların onun hürmetine yağmur istediği ve asırlar boyunca bu kabrin itina ile korunduğu söylenmekte, bazı seyyahların verdiği bilgiler de bu rivayetleri doğrulamaktadır. Bu seyyahlardan Ali b. Ebû Bekir el-Herevî (611/1215), Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin kabrini ziyaret ettiğini belirtmiştir. Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra kabrin yerinin Akşemseddin tarafından keşf yoluyla belirlendiğine dair Osmanlı tarih kaynaklarında geniş şekilde yer alan haberlerle bu bilgiler çelişmemektedir. Zira kabrin yeri korunmuş olmakla beraber İstanbul’un fethi sırasında sur dışında çok sayıda manastır, kilise, ayazma ve kutsal sayılan mezar bulunduğu için herhalde kabrin yeri kesin olarak bilinmemekteydi. Bir başka ihtimal de 1204 yılında Latinler’in İstanbul’u istilâsı esnasında şehir üç gün boyunca yağmalandığı ve hiristiyanlarca kutsal sayılan yerler yıkıldığı için Ebû Eyyûb’un kabrinin de tahrip edilmiş olmasıdır. Osmanlı padişahlarının tahta cülûsunda kılıç kuşanma merasimleri, şeyhülislâm ve bilhassa nakîbüleşrafın da bulunduğu bir törenle Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin türbesi önünde yapılırdı."


Ayşe:

- "Ne kadar önemli bir insanmış kendisi."


Muharrem amca:

-"Evet öyle Ayşeciğim, anlatayım da gör dahası da var."

Diyerek devam etti anlatmaya:


- "Resûl-i Ekrem Medine’ye hicret edince Medineli Müslümanların her biri onu evinde misafir etmek istedi. Ancak Hz. Peygamber, bir tercih yaparak onları gücendirmemek için devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söyledi. Kendisini taşıyan devenin önce bir yere çöktüğü, buradan hemen kalkıp biraz ileride tekrar çöktüğü görüldü. Resûlullah oraya en yakın olan ve dedesi Abdülmuttalib’in annesi tarafından kendisine yakınlığı da bulunan Ebû Eyyûb’un evine yerleşerek burada yedi ay misafir kaldı. Bundan dolayı Ebû Eyyûb “Mihmandâr-ı Nebî” unvanıyla anılır. Bu ev İslâmiyet’in öğretildiği bir mektep durumundaydı. Hz. Peygamber fakir muhacirlere burada yemek verir, kendisine sunulan hediyeleri fakirlere burada dağıtırdı. Ev sahiplerine her vesile ile dua eder, onların bolluğa kavuşmalarını, huzur ve âfiyet içinde olmalarını dilerdi. Resûl-i Ekrem kendi evine taşındıktan sonra da zaman zaman Ebû Eyyûb’un evine misafir olurdu."


Ahmet:

- "Ben de diğer tüm medineliler gibi çok isterdim Efendimizi ağırlamayı."


Muharrem amca:

- "Çok güzel bir dilek bu Ahmet. Madden mümkün olmasa dahi Efendimizi gönlünde, kalbinde ağırlayabilirsin." Dedi ve Ahmet de tebessüm ederek onayladı. Muharrem amca kaldığı yerden devam etti:


- "Ebû Eyyûb haksızlıklara tahammül edemez, doğru bildiğini söylemekten çekinmezdi. Cihad maksadıyla gittiği Mısır’da vali olan sahâbe Ukbe b. Âmir’in akşam namazını geç kıldırdığını görünce onu uyardı. Resûl-i Ekrem’in akşamı geç kıldığının zannedilmesine sebebiyet vererek halka kötü örnek olmamasını söyledi. Namazları müstehap olan vakitlerinde kıldırmayan Medine Valisi Mervân b. Hakem’e muhalefet eder, Resûlullah’a uyduğu takdirde kendisine uyacağını, aksi halde aleyhinde bulunacağını açıkça söylerdi. Bir gün Ebû Eyyûb’u Resûl-i Ekrem’in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebû Eyyûb, “Ben bu mezar taşına değil Resûlullah’a geldim. Onun, ‘din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum” diye cevap verdi.


Medine döneminden itibaren Hz. Peygamber’den hiç ayrılmadığı halde Ebû Eyyûb el-Ensârî’den sadece 150 hadis rivayet edilmesinin iki önemli sebebi vardır. Bunlardan biri hadis rivayetinde çok titiz olması, diğeri de ömrünün savaşlarda geçmesidir. Kendisinin bilmediği bir hadisi Ukbe b. Âmir’den bizzat rivayet etmek için Medine’den Mısır’a kadar gitmesi, söz konusu titizliğin eşsiz bir örneğini ortaya koymaktadır. Ondan hadis rivayet edenler arasında İbn Abbas, İbn Ömer, Berâ b. Âzib, Enes b. Mâlik, Câbir b. Semüre gibi sahâbîler ve Saîd b. Müseyyeb, Urve b. Zübeyr, Sâlim b. Abdullah, Atâ b. Yesâr gibi tâbiîler bulunmaktadır.


Ebû Eyyûb’un rivayet ettiği hadislerden kırk tanesinin şair Bâkî tarafından Türkçeye tercüme edildiği bilinmekle beraber bugüne kadar eserin herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır (bk. BÂKÎ). Nûreddin Ali b. Ahmed el-Karâfî el-Ensârî’nin (ö. 940/1533) Nefehâtü’l-ʿâbiri’s-sârî bi-ehâdîsi Ebî Eyyûb el-Enşârî adlı eserinin nüshaları Süleymaniye (Ayasofya, nr. 942, 2102; Hafîd Efendi, nr. 44; Reîsülküttâb, nr. 276), Nuruosmaniye (nr. 940) ve Beyazıt Devlet (nr. 1077) kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu nüshalar 67-97 varak arasında değişmektedir. Şeyhülislâm Bâlîzâde Mustafa Efendi’nin Mecmûʿu’l-hadîs bi-rivâyeti Ebî Eyyûb el-Enşârî adlı eseri ise Millet Kütüphanesi’ndedir (Ali Emîrî, nr. 2447, 30 varak). Eserin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki nüshasının (III. Ahmed, nr. 568, 62 varak) adı Kitâb fîmâ revâhü Ebû Eyyûb el-Enşârî mine’l-hadîs’tir. Abdülvehhâb b. Mustafa eş-Şâmî’nin Kevkebü’s-sârî bi-ehâdîsi seyyidinâ Ebî Eyyûb el-Enşârî adlı eseri Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Dârülmesnevî, nr. 161, vr. 84-109). Ebü’l-Mevâhib Ahmed b. Îsâ er-Reşîdî er-Rıdvânî’nin Kūtü’l-kulûb fî ehâdîsi Ebî Eyyûb’u Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde (III. Ahmed, nr. 570, 77 varak), Muhammed b. Mustafa ed-Desûkī’nin Fethu’l-meliki’l-bârî bi-şerhi baʿżi ehâdîsi Ebî Eyyûb el-Enşârî adlı eseri de Süleymaniye Kütüphanesi’nde (M. Ârif – M. Murad, nr. 5/1, vr. 1-75, müellif hattı) bulunmaktadır.


Reîsülkurrâ Abdullah Eyyûbî’nin Ebû Eyyûb-i Ensârî’den Mervî Hadislerin Şerhi ve Tercümesi adlı bir eseri vardır (Süleymaniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 203, 273 varak). Ayrıca Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin menkıbeleriyle türbesini ziyaret ederken uyulacak esasları Âdâbü’l-müsâfirîn adlı risâlesinde ele almıştır (bk. ABDULLAH EYYÛBÎ). Muhammed Abdullah Veled Kerîm, Ebû Eyyûb el-Enşârî ve merviyyâtühû fî Müsnedi’l-İmâm Ahmed adıyla bir yüksek lisans çalışması yapmış (Ümmülkurâ Üniversitesi, Mekke 1400/1980), İsmail L. Çakan da Ebû Eyyûb’un rivayetlerinden derlediği kırk hadisi şerhederek Eyüb Sultan Hazretlerinden Kırk Hadis adıyla yayımlamıştır (İstanbul 1990). Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin menâkıbı muhtelif eserlere konu olmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır: 1. Abdülhafîz b. Osman et-Tâifî, Cilâʾü’l-kulûb ve keşfü’l-kürûb bi-menâkıbi Ebî Eyyûb (İstanbul 1298). 2. Ahmed b. Muhyiddin en-Naîmî, Esne’ş-şevâhid fî zikri menâkıbi Ebî Eyyûb Hâlid (TSMK, III. Ahmed, nr. 580, 60 varak). 3. Abdullah b. Sâdık, Menâkıb-ı Ebû Eyyûb el-Ensârî. Bu Türkçe eserin yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Hacı Mahmud Efendi, nr. 4692, 56 varak).


Evet çocuklar zatımızın hayatı bu kadar."


Ahmet:

- "Çok teşekkür ederiz Muharrem amca. Bizim de vaktimiz bitti zaten artık gitmeliyiz.


Muharrem amca:

- " Ne demek çocuklar anlatmak bir zevkti. Çok meraklı ve akıllı çocuklarmışsınız. Dedenizin anlattığı gibi.


Sarılıp vedalaştıktan sonra çocuklar türbeden çıktılar. Çıkmadan önce Muharrem amca "Dedenize selam söylemeyi unutmayın çocuklar." Demişti.

Çocuklarda eve geldikten sonra anneleriyle dedelerinin mezarını ziyarete gittiler.

Muharrem amcanın selamını da iletmeyi unutmadılar.


Kaynakça:






Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page