İKİ NUR SAHİBİ- ZİNNUREYN LAKABI OLAN SAHABE: HZ.OSMAN (R.A)
- UİB üye Ahsen-i Takvim
- 27 Ara 2020
- 16 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 1 Şub 2021
Ahmet ve Ayşe bugün çok heyecanlılardı. Çünkü hem uzun zamandır görmedikleri hikâyeciyi görmeye gidecekler, hem de Hz. Osman ve Hz. Ali'nin hayatını öğreneceklerdi.
Annelerinden izin alan çocuklar hemen depoya gidip sandığın başına geldiler. Hiç vakit kaybetmeden tarih ve zamanı yazıp bir an önce hikâyecinin yanına varmayı arzuluyorlardı. Ahmet heyecanla tarihi yazacağı sırada bir ses duydular.
Ayşe korkuyla abisine sarılıp etrafa baktı. Birilerinin gelmesinden korktular. Ahmet Ayşe'yi sakinleştirip etrafa baktı. Sandığın arka tarafında küçük bir kedi yavrusu görünce içi rahatladı:
"Korkma Ayşe bak sadece bir kedi yavrusuymuş."
"Aaa kedi mi, bakayım bir."
Ayşe kedinin yanına gidip kucağına aldı.
"Abi bu çok tatlı, onu da yanımıza alalım mı ne oluuurrr."
Ahmet fazla vakit kaybetmek istemediği için 'tamam' dedi. Hemen tarih ve zamanı yazdı. Hicaz 712.. Doğru zamanda olduklarını görünce tebdili kıyafetlerini giyip depodan çıktılar.
Heyecan ve neşeyle yürürken karşı da gördükleri hikâyeciyle daha bi sevindiler.
"Es selamu aleyküm ve rahmetullahi ve berakât hikâyeci amca" diyerek hikâyecinin kendilerini fark etmesini sağladı Ahmet.
"Ooo ve aleyküm ve rahmetullahi ve berakât güzel çocuklar, hoş geldiniz, nerelerde kaldınız. Ben sizi daha erken bekliyordum."
"Aslında biz de erken gelecektik ama işte evde ki hesap çarşıya uymadı." Diyen Ayşe şirince gülümsedi.
"Özlettiniz kendinizi, nasılsınız çocuklar?"
"Hamdolsun amcacığım iyiyiz, sen nasılsın?"
"Elhamdülillah bende iyiyim. Burda küçük bir misafirimiz daha varmış." Ayşe'nin kucağında ki kediyi yeni fark etmişti.
"Evet, gelirken depoda kediyi gördük. Ayşe onu da bizimle getirmek isteyince kıramadım. Bu arada sizi ve tatlı dilinizden hikâye dinlemeyi çok özledik. Bugün de bize Hz. Osman ve Hz. Ali'nin hayatını anlatır mısınız?"
"Elbette anlatırım evlât. Lâkin başlamadan önce size ikramda bulunayım. InşaAllah şerbet seviyorsunuzdur.'' Diyen hikâyeci, kedinin başını okşayıp çocukların cevabını beklemeden içeri girip üç tas şerbet ve bir kapta süt getirdi.
"Teşekkür ederiz hikâyeci amca."
"Afiyet olsun çocuklar." Deyip anlatmaya başladı hikâyeci:
"Osman ibni Affân (r.a) ashâb-ı kirâmın önde gelenlerinden olup, Müslümanlığı kabul eden ilk on kişiden ve Hulefâ-yi Râşidîn'in de üçüncüsüdür. Fil Vak'ası'ndan altı sene sonra veya 574 senesinde Mekke'de dünyaya gelmiştir. Soyu Abdi Menâf'ta Resûlullah (s.a.v) Efendimiz'le birleşir. Kureyş kabilesine mensup olup Emevî soyundandır. Annesi Ervâ bint-i Küreyz, Allah Rasûlü'nün halası Beyzâ'nın kızıdır.
Hz. Osman (r.a.), îman ettiğinde pek çok sıkıntı ve çilelere katlandı. Amcası Hakem ibn-i Ebi'l-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetti ve eski dinine dönmezse asla serbest bırakmayacağını söyledi. Hz. Osman (r.a.) dininden kesinlikle dönmeyeceğini bildirince, kararlılığını gören amcası onu serbest bıraktı."
"Yaa o da çok sıkıntı çekmiş. Tüm müslümanlar büyük eziyet görmüş. Bu çok üzücü." Ayşe'nin gözleri dolmuştu.
"Ahireti kazanmak kolay değil. Bu dünyanın cefası, ahirette sefa olur Biiznillah."
"Haklısın hikâyeci amca. Bişey soracağım. Dün akşam dinlediğim bir ilahi de, Hz. Osman için 'melekler ondan hayâ ederdi' denildi. Melekler nasıl hayâ ederdi ki bir insandan?" Ayşe kedinin başını okşarken meraklı bakışları da hikâyecideydi. Hikâyeci mütebessim bi şekilde devam etti.
"İffet ve haya demek Hz. Osman demekti. Hem cahiliyyede hem de İslam'da, ki İslam'da ziyadesiyle Hz. Osman temiz fıtratını, hayasını, iffetini muhafaza etmişti. Onun sadece iffetini anlatmak istesem günler yetmez. Ama özellikle bir örnek var ki Peygamber'in (sas) tasdiki ile onun iffetini nazarlarımıza vermektedir. Hz. Aişe (ranha) validemiz bize aktarıyor:
"Bir gün Resûlullah, üzerine bir örtü çekmiş olduğu hâlde istirahat ediyordu. O sırada babam Hz. Ebû Bekir kapıya geldi, içeri girmek için izin istedi. Resûlullah (sas) tavrında bir değişiklik yapmadan içeri girmesine izin verdi. Sonra soracağını sorup gitti. Daha sonra Hz. Ömer geldi, ona da aynı şekilde hâlini değiştirmeden izin verdi. Ondan sonra Hz. Osman, huzura girmek için izin istedi. Bu defa Resûlullah hemen doğruldu, toparlandı. Bunun üzerine ben merak ettim ve sordum:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ebû Bekir ve Ömer için toparlanmadığınız hâlde, neden Osman gelince hâlinizi değiştirdiniz?" Allah Resûlü (sas) şöyle cevap verdi:
"Çünkü Osman çok hayâlı birisidir. Kendisinden meleklerin bile hayâ ettiği bir kimseden ben hayâ etmeyeyim mi?!"
Öyle bir iffet sahibi ki melekler bile ondan hayâ ediyor."
"MaşaAllah ya ne kadar güzel!" Ahmet çok etkilenmişti bundan. Zira günümüzde hayâlı insan çok nadir bulunuyor.
"Bende bir soru sormak istiyorum."
"Tabi delikanlı, buyur sor."
"Hz. Osman için 'zinnûreyn' deniliyor. Bunun anlamı nedir ve niçin söyleniyor? "
"Güzel soru sordun Ahmet evladım. Bunun sebebi peygamber efendimizin iki kızıyla evlenmiş olması."
"Nasıl yani iki kardeş aynı adamla mı evlendi yani!" Ayşe çok şaşırmıştı buna.
Hikâyeci yüzündeki tebessümle Ayşe'ye bakıp devam etti.
" Ben size olayı en baştan anlatayım da kafanızda soru işareti kalmasın.
Hz. Osman (r.a.) Müslüman olunca, Allah Resûlü (s.a.v.) Efendimiz, kızı Rukıye'yi onunla evlendirdi. Bu evlilikten ilk çocuğu Abdullah dünyaya geldi. Câhiliye döneminde Ebû Amr künyesiyle çağrılan Hz. Osman (r.a.) artık bundan sonra Ebû Abdullah künyesini aldı. Sonra kızı Leylâ doğunca da Ebû Leylâ künyesiyle zikredildi.
Bu arada çocuklar biraz sorunuzun dışına çıkmış olacağım lâkin şu önemli detayı da anlatmadan geçmeyeyim."
"Ne detayı? " Ahmet meraklanmıştı.
-" Fiili olarak Bedir'de bulunmamış olmakla birlikte Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Hz. Osman'ı Bedir'e katılanlardan saydı ve ganimetten ona da pay ayırdı."
Hz. Osman (r.a.), Bedir hâriç, bütün savaşlara katıldı. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v), Zatü'r-Rikâ ve Gatafan seferlerinde onu Medine'de yerine vekil olarak bıraktı."
Hikâyeci Ayşe'nin kucağında ki kediyi sevdi ve çocuklara bakıp:
"Evet çocuklar detayı öğrendiniz mi bakayım?" Ayşe hemen soruya atılıp:
"Evet, Bedir hariç tüm savaşlara katılmış, hiçbirinden geri durmamıştır."
"Aferin güzel kızım, çok güzel anlamışsın. Şimdi devam edelim"
Birinci hanımı Rukıye (r.a) vefat edince, Hz. Osman çok üzülmüştü. Allah Resûlü (s.a.v) bunun üzerine onu diğer kızı Hz. Ümmü Gülsüm (r.a) ile evlendirdi. İnsanlık tarihi boyunca Hz. Osman'dan başka hiç kimse bir Peygamberin iki kızıyla da evlenmemiştir. Bu sebeple Hz. Osman'a, "iki nur sahibi" mânâsına gelen Zinnûreyn lakabı verilmiştir. Hicretin 9. senesinde Ümmü Gülsüm (r.a) da vefat etti. Allah Resûlü diğer kızının da vefatı üzerine evlenecek başka kızı olsaydı onu da vereceğini söyledi.
"Ya çok üzücü her iki eşini de kaybetmiş. Acaba siması, fiziği nasıldı?" Sorudan soruya atlayan Ayşe bir yandan da kaptaki sütü bitiren kediyi kucağına tekrar almıştı.
"Orta boylu, zayıf bedenli, esmer tenli, ince derili, güzel yüzlü, büyük uzun beyaz sakallı, çok saçlı, omuz başları yüksek, omuzları açık, elmacıklarında çiçek izleri, noktaları vardı. İnce burunlu burnunun ucu büyük ve yüksekti, başının tepesi açık ve saçsızdı, saçları iki yana sarkık, omuzlarına inerdi. Dişleri altın kaplama idi. Mizacı ise: haya ve edeb de abidevi bir şahsiyet, cömertlik ve keremde emsalsiz, nezakette örnek biriydi. İbadet ve taate olan düşkünlüğü ve ilim de elde ettiği makam ile bilinirdi."
"Peki nasıl halife seçildi?" Bu defa soru Ahmet'ten gelmişti.
"Hz. Ömer, Mescid-i Nebevî'de ağır bir şekilde yaralanınca aşere-i mübeşşereden hayatta olan amcasının oğlu ve eniştesi Saîd b. Zeyd hariç altı kişiyi (Osman, Ali, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebû Vakkās, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm) üç gün içinde aralarından birini halife seçmek üzere görevlendirmişti. Hz. Ömer'in vefatından önce başlayan, ancak onun ikinci bir emriyle ölümünden sonraya ertelenen toplantı Talha b. Ubeydullah'ın Medine dışında bulunması sebebiyle beş kişiyle başladı.
Müzakerelerin ilk safhasında Abdurrahman b. Avf, aralarından birinin halifelik hakkından feragat edip en çok istenen şahsı halife seçmek üzere hakemlik yapmasını önerdi. Diğer üyelerin kabul etmediği bu göreve kendisi talip oldu ve onların onaylamasıyla çalışmalarına başladı. Şûra üyelerinin her biriyle uzun görüşmeler yaptı. Ayrıca Medine'de bulunan muhacir ve ensarın ileri gelenleri, hac dönüşü oraya uğrayan valiler, kumandanlar ve şehir dışından gelen kabile reisleriyle görüştü. Üç gün süren bu görüşmelerin ardından dördüncü gün sabah namazından sonra kararını açıklamak üzere halkı Mescid-i Nebevî'de topladı. Önce Hz. Ali'yi, ardından Hz. Osman'ı çağırıp ikisinden de Allah'ın kitabına ve resulünün sünnetine uyma, ayrıca ilk iki halifenin siyasetini takip etme hususunda teminat istedi.
Hz. Ali'nin "gücümün ve bilgimin yettiği kadar" şeklindeki cevabına karşılık Hz. Osman'ın tereddütsüz cevabı üzerine Hz. Osman'ı halife ilân ettiğini açıklayıp ona biat etti. Daha sonra Hz. Ali ve mescitte bulunanlar da biat etti.
Hz. Osman'ın (r.a.) hilâfeti 12 sene sürdü. Hilâfeti esnâsında yaptığı mühim hizmetlerden biri de, Ebûbekir (r.a) zamanında toplanıp Mushaf haline getirilmiş olan Kur'ân-ı Kerîm'i tekrar kontrol ettirerek çoğaltıp çeşitli merkezlere dağıtması oldu.
Önceki halifeler gibi Osman (r.a) da çok hadis rivayet etmemiştir. Onun Resûlullah (s.a.v) Efendimiz'den rivayet ettiği hadis sayısı 146'dır.
Hz. Osman'ın halifelik dönemi iki safhaya ayrılır.
İlk altı yıl içinde yönetimden bazı şikâyetler görülse de bunlar probleme dönüşmemiştir. Hz. Osman'ın bu yıllarda halk tarafından sertliğiyle bilinen Hz. Ömer'den daha çok sevildiği söylenmektedir. Fakat ikinci dönemin başlarından itibaren yönetimden ciddi şikâyetler başladı ve önceki olumsuzluklar da bunlara eklendi. Etkileri günümüze kadar gelen, hatta belki kıyamete kadar sürecek olan kanlı fitne hareketi bu şikâyetlerle başlayıp Hz. Osman'ın öldürülmesi ve ardından Cemel ve Sıffîn savaşlarıyla devam etmiştir."
"Nasıl yani ne olayı oldu ki? Ayaklanma gibi bir şey mi oldu? "
"Maalesef, din düşmanları ve müslümanların makam mevki hırsı Hz. Osman'ın şehadetine kadar gitti. Korkarım kıyamete kadar bu fitne kapısı kapanmayacak."
O sırada kum saatine bakan Ahmet, epey bir vakit geçtiğini fark etti.
"Hz. Osman bu olaylarla nasıl başa çıktı ve bu olaylar nasıl başladı?"
"Fitnelerin çıkma sebepleri başlıca şunlardır:
1. Bu dönemde sahabe neslinin büyük bir çoğunluğunun vefat etmiş olması, yaşayanların çoğunluğunun da kendi köşelerine çekilmeleri. Onların azalması bir cihetle hayrın azalması demektir.
2. Kabilecilik fikrinin yaygınlaşması. Endelüs'den Hindistan hudutlarına kadar çok geniş bir sahayı kaplayan devletin içerisinde, çeşitli din ve ırklara mensup zimmi statüsünde topluluklar vardı. Bunlar, mağlup düştükleri İslâm Devleti'ne karşı her fırsatı değerlendirerek baş kaldırıyorlardı. Yahudi unsuru ise, İslâm Ümmetini parçalayıp yok etmek için İslam'ın temel prensiplerini hedef almıştı. Müslüman olduğunu iddia ederek ortaya çıkan bir takım Yahudi asıllı kimseler, zuhur eden huzursuzlukları körükleyip fitne alevini her tarafa yaymaya çalışıyorlardı.
Bunlardan birisi etkili nifak hareketlerinin ortaya çıkmasını sağlayan ve tam bir komitacı olan Abdullah İbn Sebe'dir. İbn Sebe Yemenli bir Yahudidir. O, samimi kimselerin haklı şikayetlerini kullanarak insanları Hz. Osman'a karşı kışkırtıyordu. Bir taraftan "ric'atı Muhammed" [Muhammed (asm)'in tekrar dönüşü] düşüncesini yaymaya gayret gösterirken, öte taraftan Peygamber'in peşinden hilâfet hakkının Hz. Ali (r.a)'a ait olduğunu ve bunun da Allah tarafından belirlenmiş bir gerçekten başka bir şey olmadığını yayarak, daha sonra ortaya çıkacak Şia akidesinin temellerini atıyordu. Onun yaydığı düşüncelere göre Ebû Bekir (r.a), Ömer (r.a) ve Osman (r.a), Hz. .Ali (r.a)'ın hakkını gasp etmişlerdi.
3. Fetihlerle hilafet yönetiminin sınırlarının genişlemesi.
4. Sınırların genişlemesi ile çeşitli düşüncelere, fikirlere ve inançlara sahip insanların İslam devleti içerisinde bulunmaları. Hatta Medine'de dahi birçok farklı milletlere mensup olan insanlar bulunuyordu.
5. Hz. Osman (ra)'ın cezalandırmaktan çok affı tercih eden bir halife olması.
6. Hz. Osman (ra)'ın akrabalarını büyük memuriyetlere getirmesi. Onun buna yönelmesindeki sebep, Hz. Osman, şartların hassas ve kritik olmasından dolayı kimseye itimat edemez olmuştu. Bu sebeple mühim yöneticilere kendisine bağlı olan akrabalarını getirmişti. O böyle hareket etmekle otoriteyi sağlamaya çalışıyordu. Çünkü akrabaları Hz. Osman'a çok bağlılardı ve emirlerine uyuyorlardı. Hz. Osman (ra)'ın akrabalarını memuriyete getirmesi, bazı muhaliflerin propaganda etmesine sebep olmuştu.
Dedikodular artınca Hz. Osman müfettişler göndererek vilâyetlerdeki durumu öğrenmek istedi. Mısır'da muhalifler tarafından yanıltıldığı bildirilen Ammâr b. Yâsir hariç müfettişler olumlu haberlerle döndüler.
Söylentilerin devam etmesi üzerine 33 (654) yılı hac dönüşünde valilerini Medine'ye çağırarak onlarla bir toplantı yaptı. Söylenenlerin bir tertip olduğunu, dolayısıyla endişe edilecek bir durum bulunmadığını söyleyen valilerinin çözüm tekliflerini aldıktan sonra (muhaliflerin cihadla meşgul edilmesi, elebaşlarının öldürülmesi, işin valilere bırakılması, mal karşılığında gönüllerinin alınması) fitnenin elebaşlarının askere alınmasını, Kûfe'deki bazı şahısların tahsisatlarının kesilmesini emretti. Ayrıca olaylara Allah'ın emirleri çerçevesinde çözüm arayacağını belirtti; valilerine de insanları fitneden uzak tutmaya çalışmalarını ve itidalli davranmalarını tavsiye etti.
Fitne hareketinin tehlikeli bir hal aldığını gören Muâviye b. Ebû Süfyân'ın bu sırada Hz. Osman'ı fitne ateşi sönünceye kadar Suriye'ye götürmek istediği, Hz. Osman'ın bunu reddetmesi üzerine kendisini korumak için Suriye'den asker göndermeyi teklif ettiği, ancak halifenin Medinelileri rahatsız etmemek için bunu da kabul etmediği bildirilmektedir.
35 yılının Receb ayında (Ocak 656) Mısır'dan bir heyet validen şikâyet için Medine'ye geldi. Hz. Osman onları bizzat veya Hz. Ali'nin de içinde bulunduğu kalabalık bir heyetle birlikte dinledi. Kendisine yöneltilen ithamlara cevap verdi, bu arada bazı icraatlarının hata olduğunu kabul etti. Ganimet mallarının taksimiyle ilgili isteklerini uygun görüp geri dönmelerini sağladı. Şevval ayında (nisan) Mısır, Kûfe ve Basra'dan sayıları 600-1000 arasında gösterilen üç grup, hacı kafileleri arasında bölgeye geldi.
Mekke yerine Medine'ye yönelen bu gruplar şehir dışında üç ayrı mevkide konakladı. Gönderdikleri iki temsilciyle Medine'de kendilerine karşı koyabilecek bir askerî birliğin bulunup bulunmadığını öğrenmek istediler. Bunlar Hz. Ali, Talha, Zübeyr ve Resûl-i Ekrem'in hanımlarıyla görüşerek valiler hakkındaki şikâyetlerini aktardılar ve onlardan kendilerini halifenin huzuruna çıkarmalarını istediler. Teklifleri reddedilince geri döndüler.
Ardından Mısırlıların Hz. Ali'ye, Basralıların Talha'ya, Kûfelilerin Zübeyr'e heyetler yollayıp halifelik teklifinde bulundukları, ancak üçünün de bu teklifi şiddetle reddettiği bildirilmektedir. Bu sırada gelişmelerden endişe eden Hz. Ali oğlu Hasan'ı göndererek halifeyi haberdar etti. Aynı günlerde ashabın diğer büyükleri de oğullarını halifeyi korumak üzere yolladılar.
Hz. Osman'ı halifelikten indirmekte kararlı olan âsiler, onu savunmak için toplanan Medinelilerin dağılmasını sağlamak ve ani bir baskınla şehirde kontrolü ele geçirmek için bir plan yaptılar ve bulundukları mevkileri terk ederek memleketlerine doğru yola çıktılar.
Fakat üç grup halinde farklı istikametlere gittikleri halde şevval ayının son günlerinde (Nisan sonları) ansızın geri döndüler ve tekbirlerle Medine'ye girip Hz. Osman'ın evini kuşattılar. Dönüş sebebi olarak da Hz. Osman tarafından eski Mısır valisine yazılan ve liderlerinin ölümle cezalandırılmasını emreden bir mektubu ele geçirdiklerini söylediler. Hz. Osman'ın böyle bir mektup yazmadığını belirtmesine rağmen evinin etrafında mevzilendiler ve tarafsız kalan Medinelilere dokunmayacaklarını ilân ettiler.
Sözü edilen ve geriye dönüşlerini haklı göstermek için uydurdukları anlaşılan bu mektubun halifenin bilgisi dışında kâtibi Mervân tarafından yazıldığı rivayetleri de vardır. Hz. Osman bu durum karşısında gizlice haber göndererek valilerinden yardım istedi.
Halifenin öldürülebileceğini hiç düşünmeyen Medinelilerin çoğu muhasaranın ilk günlerinden itibaren evlerine kapanıp mecbur kalmadıkça dışarı çıkmadı. Şehirde sayıları oldukça artmış olan köleler ve işsiz güçsüz bedevîler de isyancılara katılmıştı. Âsiler, yirmi günle iki ay arasında bir süre devam ettiği söylenen muhasaranın son on gününe kadar Hz. Osman'ın mescide çıkıp imamlık yapmasına göz yumdular.
Bu günlerde Hz. Osman kendisine yöneltilen bütün ithamlara cevap verdi ve birçok meselede onları ikna etmeyi başardı. Bu konuşmalarından birinde Hz. Ali'nin tavsiyesine uyup âsilerin şikâyet ettiği bazı uygulamalarının hata olduğunu kabul etti, bundan sonra Allah'ın kitabı ve Hz. Peygamber'in sünnetine uygun hareket edeceğine söz vererek sükûneti sağladı. Ancak buna karşı çıkan Mervân'ın onun izniyle yaptığı konuşma ortalığı yeniden karıştırdı.
İsyancılar kuşatmanın son on gününde Hz. Osman'ın evinden çıkmasına izin vermediler. Ona halifeliği bırakmasını, aksi takdirde öldürüleceğini söylediler. Bu tarihten itibaren evine su gönderilmesini yasakladılar. Mervân'ın konuşmasına çok öfkelenip bir kenara çekilen Hz. Ali ve Ümmü Habîbe'nin su ulaştırma teşebbüslerini de sert bir şekilde engellediler. Âsilerin yalnız kendisini öldürmek istediklerini anlayan ve halifeliği bırakmayı da reddeden Hz. Osman o sırada evinde olup kendisini savunmak isteyenleri tehlikeye atmak istememiş, onlardan silâh kullanmamaları için kesin söz almıştı.
İçeride 700 kişinin bulunduğu, izin verilmesi durumunda isyancılara üstünlük sağlayabilecekleri ihtimalinden bahsedilmektedir. (İbn Sa'd, III, 71). Hz. Peygamber'in hadisi dolayısıyla bir musibetten sonra şehid edileceğini bilen Hz. Osman (Buhârî, "Feżâʾilü ashâbi'n-nebî", 5-7, "Edeb", 119; Tirmizî, "Menâkıb", 19), rüyasında Resûl-i Ekrem'in yarın birlikte iftar edeceklerini söylemesinin de etkisiyle (Ahmed b. Hanbel, I, 497) âsilere boyun eğmeyi reddedip ölümü beklemeyi tercih etti.
Âsiler, hac mevsiminin sona ermesi dolayısıyla Mekke'den çok sayıda insanın Medine'ye geleceğini düşünerek ve eyaletlerden gönderilen askerî birliklerin yaklaştığının duyulması üzerine acele ettiler. Muhasaranın son gününde genç sahâbîlerin savunduğu evin kapısını yaktılar. Akşam saatlerinde bitişikteki evden içeriye giren birkaç Mısırlı, Kur'an okumakta olan Hz. Osman'ı şehid ettiler. (18 Zilhicce 35 / 17 Haziran 656).
Şehîd edilirken Hz. Hasan ve Kelb kabilesinden olan zevcesi Nâile bint-i Ferâfisa yaralandı. Hz. Osman'ın na'şı, geceleyin hanımı ve birkaç samimi dostu tarafından, gizlice defnedildi.
Hz. Osman'ın (r.a.) şehid edilmesiyle başlayan dönem, İslâm tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmiş, bu tarihten sonra iç karışıklıklar ve fitneler birbirini takip etmiştir.
Aşere-i Mübeşşere'den olan Hz. Osman için sözlerin en güzeli ve sevimlisi belki de Allah Resûlü'nün şu sözleri idi:
"Her peygamberin cennette bir arkadaşı vardır. Benim cennetteki arkadaşım ise Osman'dır."
Allah Resûlü'ne (sas) cennette refîk olmak ne güzel şey!"
Gözleri dolmuştu hikâyecinin bunları anlatırken. Çocuklar da çok duygulanmış hatta Ayşe inci tanesi gibi bir kaç gözyaşı dökmüştü. İki saatin dolmasına çok az kaldığını fark eden çocuklar, hikâyeci ile yarın buluşmak için sözleşip eve gittiler...
Devam edecek...
ALLAH'IN ASLANI KERRAMALLAHU VECHEH LAKABININ SAHİBİ SAHABE: HZ. ALİ (R.A)
"-Abi çok heyecanlıyım ya, sonunda bugün Hz. Ali'nin hayatını dinleyeceğiz."
"-Bende heyecanlıyım Ayşe, Hz. Ali en merak ettiğim kişilerden biri."
Ahmet ve Ayşe, dün vakitleri yetmediği için hikâyecinin yanından yarım kalkmış ve Hz. Ali'nin hayatını öğrenmeleri bugüne kalmıştı. Kahvaltı sonrası evden çıkıp depoya doğru yol almışlardı. Depoya varınca, ezbere bildiği tarihi yazıp beklemeye başladılar. Doğru zaman ve yerde olduğunu gören çocuklar, hemen tebdili kıyafetlerini giyip merdivenlerden aşağı indiler.
Etrafa göz atan çocuklar hikâyeciyi göremediler. Sağa sola bakınıp kimseyi göremeyen çocuklar hüzünle birbirlerine baktılar.
"-Bugün gelmeyecek galiba." Ayşe çok üzülmüştü.
"-Belki bir işi vardır, hemen üzülme kardeşim. Hem daha yeni geldik."
Çocuklar çaresizce dün oturdukları yerde beklemeye başladılar. Aradan 10 dakika geçmemişti ki, hikâyeci karşıdan göründü. Çocuklar ayağa kalkıp sevinçle birbirlerine baktılar bu defa.
"-Hoş geldiniz çocuklar, erkencisiniz bugün.''
"-Hoş bulduk amcacığım. Evet sabırsızlanıyoruz hikâyeyi dinlemek için. Hatta sizi göremeyince bugün gelmeyeceksiniz sandık, çok üzüldük." Ayşe bir çırpıda konuşuvermişti. Hikâyeci tebessümle çocuklara baktı:
"-Küçük bir işim vardı, onu halledip geldim. Bu merakınız ilginiz beni çok mutlu ediyor. Haydi şuradaki minderlere oturalım. Sizi daha fazla bekletmeyeyim."
Çocuklar ve hikâyeci oturdular ve hikâyeci anlatmaya başladı:
"- Hz.Ali, Hulefâ-yi Râşidînin dördüncüsü ve Aşere-i mübeşşeredendir. Resûlullâh (s.a.v)’in amcası Ebû Talib’in en küçük oğlu olan Hz.Ali, hem babası hem de annesi tarafından Hâşimî’dir. Kabile neseb ve soyu ise şöyledir: Ali bin Ebû Talib bin Abdülmuttalib bin Hâşim bin Abdimenaf bin Kusay bin Kilâb bin Mürre bin Kâ’b bin Lüey dir. Babası Ebû Talib bin Abdülmuttalib, amcası Esed’ın kızı Fâtıma bint-i Esed bin Hâşim bin Abdimenaf bin Kusayy ile evlenmiştir. Bu evlilikten ise, Hz.Ali ve diğer kardeşleri olmuştur. Fâtıma bint-i Esed (r.a); Haşimi kadınları içinde, hem Hâşimi erkek Sülbünden erkek çocuk doğuranların, hem de Halife annesi olanların ilki idi.
Hz.Ali’nin Künyesi, oğullarına nisbetle Ebâ’l-Hasen, Ebâ’l-Hüseyin, Lakabı ise; Resûlullâh (s.a.v) tarafından verilen Ebû Tûrab, Esedullâhi’l- Gâlib, Haydârı Kerâr, Rıdvan. Hiç puta tapmadan İslâmiyeti kabûl ettiği için Kerremallâhü veche, ünvanını almıştır. Kazâ-i İlahiye’ye göstermiş olduğu rızâdan dolayı kendisine Ali’yyü’l-Murtezâ unvanı da verilmiştir."
"-Ya MaşaAllah ne kadar güzel lakap ve unvanları var. Üstelik peygember efendimizin amcaoğlu oğlu olmak ayrı bir şereftir. Peki bu güzel insanın siması nasıldı? " Ayşe şimdiden sorulara başlamıştı.
"-Hz.Ali (r.a), kısaya yakın orta boylu, simsiyah ve iri gözlü, güzel yüzlüydü. Yüzü, ayın ondördü gibi parlak ve güzeldi. Karnı büyüktü, iki omuzunun arası genişti, boynu gümüş ibrik gibiydi. Başının tepesi saçsızdı, omuz başları dik ve yüksekti. Elleri kolları, pazuları çok kuvvetli idi. Savaşa, giderken silkine silkine giderdi. Savaşırken de, çok yürekli güçlü ve sebatlı idi. Savaşta kim ile karşılaşırsa muhakkak ona ğâlib gelirdi.
Esmer tenli, sık ve uzun, enli göğsünü kaplayacak kadar büyük sakallı idi. Saç ve sakalı beyazdı, uzayan saçlarını ikiye ayırıp yanlara salardı, külahının üzerine siyah sarık sarar, sarığının bir ucunu sırtının arkasına doğru salardı."
"-Pek bir heybetli imiş. InşaAllah bende büyüyünce onun gibi olurum."
"-InşaAllah olursun evlat. Neyse nerde kalmıştım ben. Haa tamam devam edeyim ben.
Resûlullâh (s.a.v), otuzaltı yaşlarında iken kendisi henüz çocuk yaşta olan Hz.Ali (r.a), babasının düşmüş olduğu geçim sıkıntısından dolayı Resûlullâh (s.a.v)’ın himâyesi ve terbiyesi altına verilmiştir. Bu sıralarda Hz.Ali, dört veya beş yaşları civarında idi. Hz.Muhammed’e Nübüvvet geldiği zaman on yaşları civarında bulunuyordu. Hz.Hadice (r.a)’dan sonra İslâmiyeti hemen kabul etmiştir. Bu sûretle, İslâm dini ile müşerref olan çocukların ilkidir.
Bedir Gazâsı’nın başlamasından önce, Kureyşliler ile teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu dövüşte, hasmı Velid bin Muğire’yi kılıcı ile öldürdüğü gibi zor durumda kalan Hz. Ubeyde’nin yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. 25 yaşlarında bir delikanlı olarak büyük kahramanlıklar gösterdi. Allah Resûlü’nün arzusu üzerine, Bedir’de yapılan havuzdan bir kırba ile Ashâb-ı Kirâma su taşıdı. Burada kendisine “Allah’ın Arslanı” lâkabı ile Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan, bir de deve verildi.
Hz. Ali Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber başta olmak üzere hemen hemen bütün gazve ve seriyyelere katılmış, bu savaşlarda Resûl-i Ekrem'in sancaktarlığını yapmış ve daha sonraları menkıbevî bir üslûpla rivayet edilen büyük kahramanlıklar göstermiştir."
"-Benim aklıma bişey geldi. Peygamberimiz hicret edeceği zaman, müşrikleri oyalayan Hz. Ali miydi?" Ahmet emin olmak için bunu sormuştu.
"-Evet Ahmet evladım doğru biliyorsun. Mekke müşriklerinin eza ve cefalarını gittikçe artırmaları ve hatta kendisini öldürme hazırlıklarına girişmeleri üzerine Medine'ye hicret etmeye karar veren Peygamberimiz, Hz. Ali'yi, kendisini öldürmeye gelecek müşrikleri oyalamak ve yokluğunu gözlemek maksadıyla Mekke'de bırakmıştır. O da geceyi Peygamber'in yatağında geçirerek onun evde olduğu kanaatini uyandırmıştır.
Daha sonra da Hz. Peygamber'in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine iade edip yine onun emri uyarınca Resûlullah'ın kızı Fâtıma, kendi annesi Fâtıma ve yanındakilerle Mekke'den ayrılarak Kubâ'da Hz. Peygamber'e yetişmiştir.
Hicret'in beşinci ayında muhacirler ile ensar arasında yakınlık ve dayanışma sağlamak amacıyla kurulan muâhât sırasında Hz. Peygamber Hz. Ali'yi kendisine kardeş olarak seçmiş, Hicret'in 2. yılının son ayında da onu kızı Fâtıma ile evlendirmiştir.
Bu evlilikten Hasan, Hüseyin ve ölü doğan Muhsin adlı erkek çocukları ile Zeyneb ve Ümmü Külsûm adlı kız çocukları olmuştur. Hz. Ali, Hz. Fâtıma'nın sağlığında başka evlilik yapmamıştır. Hz. Fâtıma'nın vefatından sonra ise birçok defa evlenmiş ve çok sayıda çocuğu dünyaya gelmiştir."
"-Hz. Ali ne kadar nasipli biriymiş. Hem efendimizin amcaoğlu, hem damadı hem de kardeşi. Aynı zaman da Hz. Osman ile de bacanak oluyorlar." Ayşe aklına geleni peş peşe söylüyordu.
"-Evet güzel kızım nasipli biri ve Hz. Osman ile bacanak oluyorlar. Hatta düğün masrafında Hz. Osman kendisine çok yardımcı olmuştur."
"-Yaa öyle mi? Maddi durumu iyi değil miydi?" Ayşe buna üzülmüştü.
"-Malesef değildi. Hz. Ali, Hz.Fâtıma ile evleneceği zaman, düğün masrafı yapmak için zırhını satılığa çıkartmıştı. Pazar da, Hz.Osman (r.a)'la karşılaştı. Hemen ona, Hz.Fâtıma ile evleneceğinin müjdesini verdi. Sonra da mehir parası için zırhını satmak zorunda olduğunu, dolayısıyla zırhını satmak istediğini söyledi. Osman (r.a) dörtyüzseksen dirheme Hz.Ali'nin zırhını satın aldı, parasını ödedi. Sonra da Hz. Ali'ye döndü ve şöyle dedi:
"-Yâ Ali! Allâh yolunda hizmet etmen için bu zırhı sana düğün hediyesi olarak veriyorum!
Bu zırh ancak senin gibi bir İslâm kahramanına lâyıktır! "
Hz.Osman, Hz. Ali'nin zırhını dört yüz seksen dirheme satın aldıktan sonra onu tekrar Hz.Ali'ye hediye olarak geri verdi.
Hz.Ali dirhemler ve zırhla hemen Resûlullâh (s.a.v)'in yanına geldi. Resûlullâh (s.a.v), Hz. Osman'ın bu güzel fedakârlığından haberdar olunca Hz.Osman'a çok duâ etti."
"-Yaa çok sevindim! Çok güzel bir davranış."
"-Size birazda Hz. Ali'nin ahlâkından bahsedeyim. Bir ömür Resûlullâh (s.a.v)'ın yanında ve en yakınında, O'nun Nebevi sohbetiyle yetişen Hz.Ali (r.a), öyle bir mizaca sahipti ki; İlim, cesaret, şecaat, vakar, itidal, fedakârlık, istikamet, ve daha nice özellikler onun için sayılabilir. Fesahat, belağat, ve üstün hitabeti ile tanınır, ayrıca latif olan latifeyi yani şakayı ve mizahı severdi.
Sahabe arasında birçok yönü ile öne çıkmış bir isimdir. Eğer tabir caiz ise; Hz.Ali, bir işin değil, her bir işin adamıdır!
Hz.Fatıma validemiz ile evlenip Ehli Beyt'in kökü olması ve onun soyundan o kutlu ailenin yürümesi, Hz.Ali'nin öne çıkan en büyük özelliklerindendir."
"-Dinledikçe daha bir hayran kalıyorum kendisine. İmrenmemek elde değil. " Ahmet'in sözü üzerine hafif tebessüm etti hikâyeci.
"-İmrenilecek daha pek çok özelliği var.
Kur'an ve hadis konusundaki derin ilminden dolayı hem Hz. Ebû Bekir'in hem de Hz. Ömer'in özellikle fıkhî meselelerde fikrine müracaat ettikleri bir sahâbî olmuştur. Hz. Ömer zamanında, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği günün İslâm tarihi için başlangıç kabul edilmesine dair teklif de onun tarafından yapılmış ve kabul edilmiştir.
Hz. Ali ashâb-ı kirâm arasında Kur’an, hadis ve özellikle fıkıh alanındaki bilgileriyle kendini kabul ettirmiş bir otoritedir. Rivayet ettiği hadislerin çoğu fıkhî konulara dair olup bunları Hz. Peygamber’den ve Hz. Ebû Bekir, Ömer, Mikdâd b. Esved ve hanımı Hz. Fâtıma’dan duymuştur. Rivayet ettiği hadislerin tamamı 586'dır.
Kur’ân-ı Kerîm konusundaki derin bilgisinden faydalanmak isteyenleri kendisine soru sormaya teşvik eder, âyetlerin nerede ve ne zaman nâzil olduğunu çok iyi bildiğini söylerdi. Zira Hz. Peygamber daha hayatta iken Kur’ân-ı Kerîm’in tamamını ezberlemiş bulunan ve onun meselelerine hakkıyla vâkıf olan sayılı sahâbîlerden biri idi.
Hz. Ali ilk üç halife döneminde ne bir idarî görevde bulunmuş, ne de yapılan savaşlara katılmıştır. Sadece Halife Ömer'in Filistin ve Suriye seferi sırasında Medine'de askerî vali olarak kalmış, Medine'de ikamet edip dinî ilimlerle uğraşmayı diğer görevlere tercih etmiştir.
Hz. Ömer (r.a) devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip âdeta İslâm devletinin fahrî baş kadısı olarak vazife yaptı. Hz. Ömer’in (r.a) şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle vazifelendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.
Hz. Osman’ın (r.a) hilâfeti döneminde idarî tavrından pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikâyetleri hep bacanağı Hz. Osman'a (r.a) bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman’ı (r.a) muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarfetti. İsyancıları, teşebbüs ettikleri işten vazgeçirmek için ciddî îkaz ve nasihatlarda bulundu, ancak onların halifenin evini kuşatmalarına mâni olamadı. Hâdise ciddî boyutlara ulaştığında ise evlatları Hz. Hasan ile Hüseyin’i (r.a) halifenin evinin önüne nöbetçi olarak gönderdi."
Hikâyeci anlatırken, çocukların ellerindeki kum saatine ara ara baktığını fark etti. Çünkü sayılı bi süreleri vardı çocukların ve fazla kalamıyorlardı. O sırada Ahmet yeni bir soru yöneltti:
"-Peki halifeliğe nasıl geldi?"
"-Hz. Osman şehid edilince Ümeyye soyuna mensup olanlar Medine'den süratle uzaklaşmış ve böylece şehir bütünüyle isyancıların hâkimiyetine girmiştir. Daha sonra Abdullah b. Ömer, Sa'd b. Ebû Vakkās, Mugîre b. Şu'be, Muhammed b. Mesleme ve Üsâme b. Zeyd'in de aralarında bulunduğu ashap mescidde toplanarak yeni halife seçimine gitmişlerdir.
Ali bin Ebû Tâlib kendisine yapılan hilâfet teklifini orada bulunan Talha ve Zübeyr'e yöneltmiş, fakat ısrar üzerine biatı kabul etmiştir. Bu biatın tarihi hakkında kaynaklarda farklı rivayetler bulunmaktadır. Bir kısmına göre biat Hz. Osman'ın şehid edildiği gün, bir kısmına göre ise beş gün sonra oluşmuştur."
Ayşe elindeki kum saatine bakıp hüzünle hikâyeciye döndü:
"-Bizim yine çok az bir vaktimiz kaldı. Bize son olarak ölümü hakkında da kısa bir bilgi verir misiniz? "
"-Sizlere Hz. Ali'nin bütün hayatını anlatsam günlerce bitmez. Önce birkaç hikmetli sözünü söyleyeyim:
“İnsanlara anlayacakları şeyleri (veya hadisleri) söyleyiniz. Aksi halde Allah ve resulünün yalanlanmasına gönlünüz razı olur mu?”
“İnsanlar uykudadır; öldükleri zaman uyanacaklardır.”
“Kişi bilmediğinin düşmanıdır.”
“Her şey azaldıkça, ilim ise arttıkça kıymetlenir.”
“Size en büyük âlimin kim olduğunu haber vereyim mi? Allah’ın kullarına O’nun yasaklarını cazip göstermeyen, Allah’ın verdiği mühlete aldanıp da onlara ilâhî azaptan kurtulduklarını telkin etmeyen ve O’nun rahmetinden ümit kesilmesine sebep olmayan kimsedir.”
"-Hz. Ali (656-661) 4 yıl halifelik yaptı.
Kûfe'de 661 yılında bir Hâricî olan Abdurrahman bin Mülcem tarafından sabah namazına giderken zehirli bir hançerle yaralandı. Bu yaranın tesiriyle iki gün sonra 26 veya 28 Ocak 661'de şehit oldu. Bugün Necef diye bilinen Kûfe'ye defnedildi."
"-Sizlere halifelik döneminde olan olayları anlatamadım. Malûm vaktimiz kısıtlı, bu yüzden bu dönemi, evde kendiniz araştırın diye ödev olarak veriyorum."
Çocuklar hikâyeciye söz verip yanından ayrıldılar. Eve giderken ikisinin de aklından bir an önce gerekli araştırmaları yapmak vardı.
Comments