ŞAİRLER SULTANI: NECİP FAZIL KISAKÜREK
- UİB üye Ahsen-i Takvim
- 5 Haz 2021
- 11 dakikada okunur
-"Ayşe neye bakıyorsun öyle telefona dalgın dalgın ?" Ayşe telefondan başını kaldırıp abisine baktı.
-"Canım sıkıldı da abi, annemin telefonundan whatsapp durumlarına bakıyordum. Biri bi şiir paylaşmış, youtubeden onu dinledim."
-"Hmm kimin şiiri bakayım, seni bu kadar etkileyen."
-"Necip Fazıl Kısakürek."
-"Hangi şiiri peki?"
-"Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber...
Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?
Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!
Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!"
-"Ooo MaşaAllah hemen ezberlemişsin de kardeşim şiiri."
-"Aşırı etkileyici bir şiir, bu arada sen Necip Fazıl'ı hiç duydun mu abi?"
-''Evet elbette duydum, kendisi şairler sultanıdır. Bir ara türkçe dersinde onunla ilgili kısa bir hikâye anlatmıştı hocamız. Dur sana da anlatayım, sen anlat demeden.
Üstad tramvaya biner ve cam kenarında bir koltuğa oturur. Biraz sonra birkaç takım elbiseli adam gelir. bir tanesi:
-"Oradan kalkar mısınız? Ben oturacağım."
Necip Fazıl:
-"Neden? Sizin ne ayrıcalığınız var?"
-"Ben milletvekiliyim!"
Necip Fazıl:
-"Bende MİLLETİM..."der.
-"Ooo ne güzel ağzının payını vermiş. '' deyip sevinçle el çırptı Ayşe.
-" Abi ben çok merak ettim Necip Fazıl'ı. Ufak bir zamanda yolculuk yapalım mı ne dersin?" Şirin sırıtmasıyla baktı abisine.
-"Olur kardeşim. Bende aslında uzun zamandır merak ediyordum, hatırlatmış oldun banada. Fazla vakit kaybetmeden gidelim."
Çocuklar dışarıya diye izin alıp doğruca depoya yürüdüler. Zaman makinesinin önünde durup 20 nisan 1983 tarihi, yer kısmınada İstanbul yazdılar ve zamanda yolculuğa başladılar. Sandıktan çıkan çocuklar kalabalık bir meydanda idiler. İstasyon gibi bir yerdi vardıkları yer.
Adres yazan bir tabeladan İstanbul Erenköy'de olduklarını anlamışlardı. Ahmet burdan Necip Fazıl'ın evine giden yolu biliyordu. Ayşe ile yürümeye başladılar. Etrafı seyrederek ilerliyorlardı. Burası eski İstanbul'du. Çok uzun yıllar öncesi olmasa da İstanbul'un kendi zamanlarındaki halinden çok farklıydı. Çocuklar daha önceleri İstanbul'a bir kere gitmişlerdi. Gezmeye pek fırsatları olmamıştı o zamanlar. Şimdi bunun tadına varıyorlardı.
Bulundukları yer fazlaca kalabalıktı ve de insanlar kendi işlerine dalmıştı. Günümüzdeki İstanbul ile bu yönleri benzerdi. Onun dışında günümüzdekinin aksi olarak insanların yüzünde bir samimiyet, hoşgörü vardı, hatta birbirlerini rahatsız etmekten çekiniyor gibiydiler. Tevazu ve mütevazilik vardı o gülen gözlerde. Sahiden insan konuşmadan dahi hissedebiliyordu bir çok güzel duyguyu.
Yaklaşık üç yüz metre yol yürüdükten sonra Necip Fazıl'ın iki katlı evine varmışlardı. Gördükleri ne kocaman ihtişamlı bir evdi ne de aciz yıkık dökük bir yer. Evin bazı kısımları tahrip olmuştu lakin hiç göze gelmeyecek bir şekildeydi, insanı kendine çekiyordu.
Ayşe daha fazla dayanamadı:
- "Abi hadi ne bekliyoruz kapıyı çalalım."
- "Tamam Ayşe heyecanını anlıyorum bende heyecanlıyım ama dikkatli ol ve de ağzından bir şey kaçırma. Olur mu?"
Ayşe başını sallayarak onayladı abisini. Evin tahta kapısına yaklaştılar ve Ahmet Bismillah diyerek çaldı kapıyı. Çok kısa bir bekleyişten sonra kapı açıldı ve işte Necip Fazıl karşılarındaydı.
Gördükleri adam gençlik yaşlarından geçmişti. Yaş almış, saçı sakalı beyazlamış biriydi.
Çocuklar görünüşünü incelerken Necip Fazıl söze girdi:
- "Hayırdır çocuklar, ne için gelmiştiniz?"
- "Efendim yazılarınıza, şiirlerinize hayran kaldık. Acaba sizi daha yakından tanıyabilir miyiz?" dedi Ahmet, kendinden emin lakin biraz da çekingen bir tavırla.
- "O halde içeri buyurun çocuklar sizi evimde ağırlayayım, kapıda sohbet edecek değiliz ya. Hadi buyrun." diyerek eliyle içeri geçmelerini işaret etti. Ahmet ve Ayşe içeri geçtiler. Yine ev sahibi Necip Fazıl'ın yönlendirmesiyle salon olarak kullanılan odaya geçtiler.
Efendim gönül isterdi ki size o odayı betimleyebilelim lakin daha biz de görmüş değiliz.😁 Neyse biz kaldığımız yerden devam edelim.
Necip Fazıl çocuklara çay ikram edip ardından hayatını anlatmaya başladı.
- "1904 yılında İstanbul'da Maraşlı bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldim. Babam o sırada hukuk öğrencisi olan ve daha sonraki yıllarda Bursa'da âzâ mülazımlığı, Gebze savcılığı ve Kadıköy hâkimliği görevlerinde bulunan hukukçu Abdülbaki Fazıl Bey, annem Girit ensarlarından bir ailenin kızı olan Mediha Hanım'dır. Ailemin tek çocuğu idim. Ailem bana "Ahmet Necip" adını verdi. Necip adımı, babamın büyükbabası Necip Efendi'den aldım.
Çocukluğum dönemin ünlü hâkimlerinden olan büyükbabam Mehmet Hilmi Bey'in Çemberlitaş'taki konağında geçti. 15 yaşıma kadar önemli hastalıklar geçirdim. 4-5 yaşlarında iken dedemden okumayı öğrendim ve büyükannem Zafer Hanım'ın da etkisi ile tutkulu bir okuyucu haline geldim.
İlköğrenimimi pek çok farklı okulda aldım. Kısa bir süre Gedikpaşa'daki Fransız Frerler Mektebi'nde okudum. 1912 yılında Amerikan Koleji'ne kaydedildim ancak yaramazlıklarım nedeniyle bu okuldan atıldım. Eğitimime önce Büyükdere'deki Emin Efendi Mahalle Mektebi'nde, ardından yatılı bir okul olan ve Raif Ogan'ın yönettiği "Rehber-i İttihat Mektebi''nde devam ettim. Sonraki yıllarda yakın dostum olacak olan Peyami Safa'yı bu okulda tanıdım. Rehber-i İttihat Mektebi'nde de fazla kalmayıp Büyük Reşit Paşa Numûne Mektebi'ne ve daha sonra seferberlik sebebiyle gidilen Gebze'nin Aydınlı Köyü'nün ilk mektebine yazıldım. Kız kardeşim Sema'nın beş yaşında ölümünden sonra annem vereme yakalanınca ailecek Heybeliada'ya taşındık ve böylece ilk öğrenimimi, Heybeliada Numûne Mektebi'nde tamamladım.
1916 yılında, Mekteb-i Fünûn-u Bahriye-i Şâhâne'ye (bugünkü adı ile Deniz Harp Okulu) imtihanla girdim. Üç yıl öğrenim gördüğüm bu okulda Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Akseki, Hamdullah Suphi Tanrıöver gibi tanınmış isimler görev yapmakta idi. Türk şiir ve düşünce hayatının bana göre zıt kutbunda yer alacak olan Nâzım Hikmet Ran da aynı okulda iki sınıf üstte öğrenci idi.
Bahriye Mektebi'ndeki (Deniz Harp Okulu) öğrencilik dönemimde şiirle ilgilendim, tek nüsha biçiminde ve elle yazılmış olan "Nihal" isminde haftalık bir dergi çıkararak ilk yayıncılık faaliyetine başladım. Okulda iyi derece İngilizce öğrenerek Lord Byron, Oscar Wilde, William Shakespeare gibi batılı yazarların eserlerini orijinal dilinde okuma olanağını buldum. Ahmet Necip olan adımın "Necip Fazıl" olması bu okulda gerçekleşti.
Bahriye Mektebi'nde üç yıllık öğrenimimi tamamladıktan sonra ilave edilen dördüncü sınıfı bitirmedim ve okuldan ayrıldım.
İstanbul'un işgali sırasında annem ile birlikte Erzurum'daki dayımın yanına gittik, bu arada henüz genç yaşta olan babamı kaybettik.
İstanbul Darülfünûnu Hukuk Fakültesi'nde yükseköğrenimime başladım ve ardından Edebiyat Medresesi Felsefe Şubesi'ne girdim. Bu okulda Ahmet Haşim, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Faruk Nafiz, Ahmet Kutsi gibi dönemin ünlü edebiyatçıları ile tanıştım. Yakup Kadri ve arkadaşlarının çıkardığı Yeni Mecmua dergisinde ilk şiirlerimi yayımladım.
Lise ve darülfünun öğrencileri arasından eğitim hayatımı devam ettirmek üzere Avrupa ülkelerine gönderilecek ilk grubu belirlemek için 1924 yılında Maarif Vekâleti'nin açtığı sınavda gösterdiğim başarı sonucu, üniversitedeki eğitimimi resmen tamamlamış sayıldım ve Paris'e gönderildim.
1924' te Sorbonne Koleji Felsefe Bölümü'ne girdim. Bu okulda sezgici ve mistik filozof Henri Bergson ile tanıştım. Paris'te bohem bir yaşam sürdüm, bir çok kötü alışkanlık edindim. Öyle ki bu dönemde kötü alışkanlıklarıma bağlılığımdan dolayı kaldığım evin kirasını bile ödeyemediğim olmuştu. Bir yılın sonunda başarısızlığımdan dolayı bursum kesildi ve yurda dönmek zorunda kaldım.
Paris'teki bohem hayatıma bir süre İstanbul'da da devam ettim. 1925'te ilk şiir kitabım "Örümcek Ağı"nı bastırdım. O yıllarda yeni bir meslek olan bankacılık alanında çalıştım. Bir Hollanda bankası olan "Bahr-i Sefit Bankası"nda başladığım bankacılığa Osmanlı Bankası'nda devam ettim. Kısa sürede Ceyhan, İstanbul, Giresun şubelerinde çalıştım. 1928 yılında ikinci şiir kitabım olan "Kaldırımlar" yayımlandı. Kitap büyük bir ilgi ve hayranlık topladı.
1929 yazının sonlarına doğru gittiğim Ankara'da, Türkiye İş Bankası'na "Umum Muhasebe Şefi" olarak girdim. Bu kurumda 9 yıl çalışmış ve müfettişliğe kadar yükselmiştim. Ankara'daki yaşamım sırasında siyasal elit ve aydınlar ile yakın ilişki kurdum, Falih Rıfkı ve Yakup Kadri ile sürekli birlikte idim.
1931-1933 arasında askerlik yaptım. Askerlik hayatımın 6 ayı boyunca Taşkışla'nın 5. Alayının Zâbit kıtasında neferlik, öbür 6 ayı boyunca Harbiye'de İhtiyat Zâbit Mektebi'nde öğrencilik ve bir altı ay da aynı yerde subaylık yaptım.
Askerliğimi yaptıktan sonra Ankara'ya döndüm. Üçüncü şiir kitabım "Ben ve Ötesi"nin yayınlanmasından sonra ünümün zirvesine ulaştım. Dergilerdeki hikâye yazılarını "Birkaç Hikâye Birkaç Tahlil" adlı kitabımda topladım.
Bu arada öncesinde de bahsettiğim kötü alışkanlıklarıma düşkünlüğümden kurtulamamıştım.Hatta çocuklar başımdan bir kere şöyle bir olay geçti, arkadaşım gazeteci ve radyo spikeri Eşref Şefik Atabey hastalandığında, ilaç alması için verdiği parayı kumarda kaybedip eve sabah eli boş dönmüştüm.
1934 tarihi, hayatımda bir dönüm noktası oldu. O yıl, bir Nakşî şeyhi olan Abdülhakîm Arvâsî ile tanıştım. Abdulhakîm Arvâsî ile Eyüpsultan Camii'nden Pierre Loti tesislerine uzanan yol üzerinde yer alan Kaşgari Murtaza Efendi Cami'ndeki sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşadım. Abdulhakîm Arvâsî ile tanışmamı kendime milat kabul ettim ve şiirlerimde bu tanışmadan sonra tasavvufi düşüncenin izlerini gösterdim.
Arvâsî ile tanışmamdan sonra yaşadığım derin fikir değişiminin ardından hayatımın yeni dönemindeki ilk önemli eseri olan "Tohum" adlı tiyatro oyununu yazdım (1935). İslamcılık ve Türklük vurgusunun ön planda olduğu eserim, Muhsin Ertuğrul tarafından İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sahnelendi. Oyun, sanat çevrelerinden büyük ilgi gördüğü hâlde halkın ilgisini çekmedi.
1936'da bir kültür-sanat dergisi olan "Ağaç Mecmuası"nı çıkarmaya başladım. İlk sayısı 14 Mart 1936'da Ankara'da çıkarılan dergi, ilk altı sayıdan sonra İstanbul'da çıkarılmaya başladı. Dergi, spiritüalist özelliklere sahipti ve Ahmet Hamdi Tanpınar, Cahit Sıtkı Tarancı gibi önemli edebiyatçılarda dergiye katkı sağlanmaktaydı. Büyük ölçüde Türkiye İş Bankası tarafından finanse edilen derginin yayın hayatı 16 sayı sürdü.
1937 yılında tamamladığım "Bir Adam Yaratmak" adlı piyesi ilk defa 1937-38 tiyatro sezonunda, İstanbul Şehir Tiyatroları'nda yine Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye kondu ve büyük ilgi topladı. Eser, insanın ve aklın güçsüzlüğünü ortaya koymakta ve pozitivizmi, kuru akılcılığı reddetmekteydi.
1938 yılı başlarında yeni bir millî marş yazılması için "Ulus" gazetesinin açtığı yarışma ile ilgili olarak bana yapılan teklifi benimsedim ancak yarışmanın iptali şartını öne sürmüştüm. Bu şartım hemen kabul edildi ve böylece "Büyük Doğu Marşı" şiirini yazdım. Şiire verdiğim "Büyük Doğu" adı, daha sonra çıkaracağım derginin adı oldu.
1938 sonbaharında bankacılıktan ayrıldım. "Haber" gazetesine girerek gazeteciliğe başladım. Maarif Vekili Hasan Âli Yücel tarafından atandığım Ankara Devlet Yüksek Konservatuvarı'nda öğretim üyeliğini kısa süre sonra bıraktım ve kendime İstanbul'da bir görev verilmesini istedim. Güzel Sanatlar Akademisi'nin Yüksek Mimari kısmına atandım, Robert Kolej'de edebiyat öğretmenliği yaptım.
1934'te yaşadığım dönüşüm dönemini anlatan "Çile" adlı şiirimi 1939'da yayımladım. 1940 yılında Türk Dil Kurumu hesabına "Namık Kemal" isimli bir eser kaleme aldım. Namık Kemal'in 100. doğum yıl dönümü dolayısıyla yayımlanan kitapta Namık Kemal'i şairliği, romancılığı, oyun yazarlığı, fikir adamlığı konularında yerden yere vurdum.
1941 yılında Fatma Neslihan Balaban ile evlendim. Bu evlilikten Mehmet (1943), Ömer (1944), Ayşe (1948), Osman (1950) ve Zeynep (1954) isimli beş çocuğum oldu.
1942 kışında yeniden askerlik yapmak üzere 45 gün için Erzurum'a gönderildim. Askerde iken siyasi bir yazı kaleme almam nedeniyle mahkûm oldum ve ilk kez hapis cezası aldım; Sultanahmet Cezaevi'nde hapis yattım.
1943 yılından itibaren siyasal tavrımı ve Türk modernleşmesine eleştirimi ortaya koyan faaliyetlerime başladım. 17 Eylül 1943 günü ilk sayısını çıkardığım "Büyük Doğu" dergisi muhalefet anlayışımı ifade eden araçtır. Büyük Doğu, o dönemde çıkarılan tek İslamcı dergidir. Başlangıçta dönemin ünlü isimlerinin yazılarının da yer aldığı dergide daha sonra değişik takma adlarla yazdığım yazılar egemen olmuştur. Takma isimlerinden bazıları şunlardır: B.A.B, İstanbul Çocuğu, BÜYÜK DOĞU, Fa, Tenkitçi, N.F.K., ?, Ne-Mu, Ahmet Abdülbaki, Abdinin Kölesi, HA.A.KA, Adıdeğmez, Bankacı, Be-De, Prof. Ş. Ü., Dilci, İstanbullu, Muhbir, Dedektif X Bir..."
Ayşe şaşkınlıkla "Ne çok takma ad kullanmışsınız efendim" diye atıldı.
Üstad ise tebessümle "Dönem şartlarına göre kalemi sivri olanlar için takma ad kullanmak gizli kalabilmek için gerekliydi. Bundan dolayı bu şekilde takma adlar kullanılırdı." dedi.
Daha sonra anlatmaya devam etti:
- "Dergim, ilk olarak 1943 yılının Aralık ayında "dinî neşriyat yapmak ve rejimi beğenmemek" gerekçesi ile birkaç aylığına kapatılırken, ben de Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Mimari bölümündeki işimden kovuldum. Dergiyi, Şubat'ta tekrar yayımladım ancak "rejime itaatsizliği teşvik" suçlamasıyla Mayıs 1944'te Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. Gerekçe, "Allah'a itaat etmeyene itaat edilmez" hadisinin tek parti yönetimini işaret ettiğine inanılmasıydı. İkinci defa ikinci askerliğe sevk edilerek Eğirdir'e sürüldüm.
2 Kasım 1945'te Büyük Doğu'yu yeniden çıkarmaya başladım. Dergide artık daha çok dinî yazılara yer veriyordum ve yazıların çoğu, "Adıdeğmez" mahlasını kullanan kalemimden çıkmaktaydı. Dergimin üst üste birkaç kez kapatılmasından sonra radikalleşerek, 4 Aralık 1945 günü gerçekleşen Tan baskını sırasında Vakit Yurdu denilen binanın penceresinden olayları izledim ve benim için sevgi gösterisi yaparak binanın önünden geçen gençleri alkışladım.
Büyük Doğu, 13 Aralık 1946 tarihli sayıdaki yazısı nedeniyle tekrar kapatıldı. Dergide tefrika edilmeye başlamış olan "Sır" isimli piyesimden dolayı "milleti kanlı ihtilale teşvik" suçlamasıyla mahkemeye çıkarıldım.
1947 baharında Büyük Doğu'yu yeniden çıkarmaya başladım. 6 Haziran'da Rıza Tevfik'e ait "Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden İstimdat" başlıklı bir şiirin yayımlanması sebebiyle dergi mahkeme kararıyla tekrar kapatılırken ben de tutuklandım. Derginin sahibi görünen eşim Neslihan Hanım ile birlikte "Padişahlık Propagandası Yapmak - Türklüğe ve Türk Milletine Hakaret"ten yargılanarak, 1 ay 3 gün tutuklu kaldıktan sonra beraat ettim. Bu tarihten sonra dergide sadece İslamcılığı öven yazılar değil; Yahudilik, Masonluk, komünizm düşmanlığı içeren yazılar yayımladım.
1947 yılı içinde "Sabır Taşı" piyesim "C.H.P. Sanat Mükâfatı"na layık görülse de jürinin verdiği karar parti'nin genel idare kurulu tarafından iptal edildi. Aynı yıl, Büyük Doğu'nun çıkmadığı bir dönemde "Borazan" adlı mizah dergisini üç sayı çıkardım. Hakkımdaki beraat kararı 1948 yılında Temyiz Mahkemesi tarafından bozulunca geçimimi sağlamak için evimdeki tüm eşyaları satmak zorunda kaldım.
28 Haziran 1949'da Büyük Doğu Cemiyeti'ni kurdum. Başkanı olduğum dernekte başkan yardımcısı Cevat Rıfat Atilhan ve genel sekreter Abdurrahim Rahmi Zapsu idi. 1950'de derneğin ilk şubesi Kayseri'de açıldı. Kayseri'deki açılıştan İstanbul'a döndükten sonra bir yazım nedeniyle tutuklandım; "Türklüğe hakaret davası"nda verilmiş beraat kararım nisan ayında temyiz mahkemesi tarafından bozdurulunca eşim Neslihan Hanım ile birlikte hapse girdim. 1950 Genel Seçimleri'nden sonra seçimden zaferle çıkan Demokrat Parti'nin çıkardığı af yasasıyla hapishaneden tahliye edilen ilk kişi olarak 15 Temmuz'da serbest kaldım. 18 Ağustos 1950'de Büyük Doğu'yu yeniden çıkarmaya başladım. Dergide Adnan Menderes'e açık mektuplar yayınlayarak partiyi İslam ekseninde geliştirmesini önermekteydim. O yıl Büyük Doğu Cemiyeti'nin Tavşanlı, Kütahya, Afyon, Soma, Malatya, Diyarbakır şubelerini açtım.
22 Mart 1951 tarihinde "Kumarhane Baskını" olarak anılan olay gerçekleşti. Beyoğlu'nda bir kumarhaneye düzenlenen baskında yakalandım, bu olay nedeniyle 18 saat karakolda tutuldum.,"
- "Yaaa peki neden ordaydınız ki efendim?" Diyen Ayşe'ye şu şekilde cevap verdi üstad:
- Bana göre bu olay Demokrat Parti'nin bir komplosudur. O dönemki açıklamalarımda röportaj yapmak üzere kumarhanede olduğumu ifade ettim, daha sonraki yıllarda ise Büyük Doğu'yu koruma için bir adam tutmak üzere orada olduğumu açıkladım.
30 Mart 1951'de dergimin 54. sayısını çıkardım. Ancak dergim henüz bayilere dağıtılmadan hakkında toplatılma kararı çıktı. Bu sayıda yer alan imzasız bir yazım nedeniyle tutuklanarak 19 gün tutuklu kaldım. 9 ay 12 günlük mahkûmiyet kararı çıkınca mahkûmiyetimi dört ay erteletti, ardından hastaneden 3 aylık bir tecil raporu aldım.
Başkanı olduğum Büyük Doğu Cemiyeti'ni ani bir kararla 26 Mayıs 1951'de feshettim. Kurmayı düşündüğüm Büyük Doğu Partisi'nin ana nizamnamesini 15 Haziran 1951'de Büyük Doğu dergisinde yayımladım. Öngördüğüm düzende CHP'nin Altı Ok'una karşılık Büyük Doğu'nun Dokuz Umde'si, Millî Şef'e karşılık İslâmi bir yüce olan "Başyüce" vardı. Programıma göre faiz, dans, heykel, zina, fuhuş, kumar, içki, her türlü keyif verici maddenin yasak olduğu, suçluların kısas yöntemi ile cezalandırılacağı bir ülke yaratılacaktı. Haziran 1951'de dergiye ara verdim. Son sayıda "Müslüman Türklerin günlük gazetesi çıkacak" haberini verdim. Günlük Büyük Doğu Gazetesi 16 Kasım 1951'de yayına başladı.
1951'deki mahkûmiyet kararım ile ilgili hastaneden aldığım tecil raporunun süresinin dolduğu sırada 22 Mayıs 1952'de "Malatya Hadisesi" meydana geldi. O gün Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman Malatya'da bir suikast teşebbüsü ile yaralanmıştı. Ben Hüseyin Üzmez'i azmettirmekle suçlandım. "Taammüden katle teşvik ve azmettirmek, katle teşebbüs fiilini medih ve istihsal eylemek" suçlaması ile tutuklanıp Malatya'ya sevk edildim. 1951'deki mahkûmiyetim sebebiyle 9 ay 12 günlük hapis cezamı çekerken "Maskenizi Yırtıyorum" başlıklı bir broşür yayımlayarak 1943'ten beri başıma gelenlerin ve Malatya Hadisesi ile ilgili yaşananların geniş bir muhasebesini yaptım (11 Aralık 1952). Malatya Hadisesi davası hâlen devam etmekte olduğundan 1951 mahkûmiyetim ile ilgili cezam dolduktan sonra bir süre daha tutuklu kaldım. Malatya Davası'ndan suçsuz bulununca 16 Aralık 1953'te serbest kaldım.
1957'de çeşitli davalardan gecikmiş cezalarım nedeniyle 8 ay 4 gün daha hapis yattım.
1958'de, Türkiye Jokey Kulübü'nün ısmarlamasıyla "At'a Senfoni" adlı bir eser kaleme aldım.
1960 darbesinden sonra 6 Haziran'da evimden alındım ve 4,5 ay Balmumcu Garnizonu'nda tutuldum. Basın Affı nedeniyle tahliye edilsem de Atatürk'e hakaret suçu içerdiği iddia edilen bir yazım nedeniyle mahkûmiyet kararı ben Balmumcu'da iken kesinleştiği için, tahliye edildiğim gün tekrar tutuklandım ve Toptaşı Cezaevi'ne sevkedildim. 1 yıl 65 günlük cezayı doldurduktan sonra 18 Aralık 1961'de serbest kaldım.
Serbest kaldıktan sonra, önce Yeni İstiklal, sonra Son Posta adlı gazetede yazarlığa başladım. 1963-1964'te Türkiye'nin çeşitli yerlerinde konferanslar verdim.
1965'te "b.d. Fikir Kulübü"nü kurdu. Konferanslar serisini ve günlük yazılarımı sürdürdüm; bazı eserlerimi gazetelerde tefrika ettim.
1973 yılında Hacca gittim. O yıl oğlum Mehmet'e "Büyük Doğu Yayınevi"ni kurdurdum. "Esselâm" isimli manzum eserimden başlayarak daha evvel çeşitli yayınevlerince basılmış eserlerimin düzenli yayınına başladım. 23 Kasım 1975'te Millî Türk Talebe Birliği tarafından, Mücadelemin 40. Yılı münasebetiyle bir "Jübile" tertiplendi. 1976'da, dergi-kitap şeklinde, 1980 yılına kadar 13 sayı sürecek "Rapor" adlı dergiyi, 1978'de de "Son Devre: Büyük Doğu" dergisini çıkardım.
26 Mayıs 1980'de Türk Edebiyat Vakfı tarafından "Şairler Sultanı" ve 1982 yılında yayımlanan "Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu" isimli eseri münasebetiyle de "Yılın Fikir ve Sanat Adamı" seçildim.
"İman ve İslâm Atlası" adlı eserimi yazmak için 1981 yılında bu evimde (Erenköy'deki evinde) odama kapandım. Yeni bir parti kurmak üzere bulunan Turgut Özal'ı sık sık odama kabul ettim, tavsiyelerde bulundum.
Atatürk aleyhinde işlenen suçlar hakkındaki kanuna aykırı fiilimden dolayı 8 Temmuz 1981 tarihinde Atatürk'ün manevi şahsına hakaret suçundan hüküm giydim. Karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Davaya konu olan "Vatan Haini Değil, Büyük Vatan Dostu Sultan Vahidüddin" adlı kitabın herhangi bir suç unsuru teşkil etmediği mahkemenin atadığı bilirkişi tarafından rapor edilmişse de "Atatürk'e hakaret etmeye meyilli olmak" gerekçesiyle mahkûm edildim.
İşte bu şekilde çocuklar başıma gelenler, yaşadıklarım ve dahi hayatım bunlar."
Ahmet vakitlerinin de bitmek üzere olduğunu görünce lafa girdi:
- "Çok teşekkür ederiz efendim bizi kırmayıp anlattığınız için. Hayatınıza da şiirlerinize olduğu gibi hayran kaldık."
- "Evet efendim abim doğru söylüyor. Siz gerçekten Şairler Sultanı'sınız ben sizin şiirinizi çok beğendim iyi ki yazmışsınız." dedi Ayşe. Daha sonrasında bizim artık gitmemiz gerek diyerek ayrıldılar Üstadın evinden. Eve geldikten sonra kısa bir araştırma daha yaptılar ve aşağıdaki bilgileride elde ettiler.
Necip Fazıl Kısakürek 25 Mayıs 1983'te evinde hayatını kaybetti. Cenazesi, Eyüp Sultan Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Vasiyetinin bir kısmı:
Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle, mısra ve topyekûn ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz "Allah ve Resulü'nden, başka her şey hiç ve batıl." demekten ibarettir.
Beni, ayrıca hususi vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslamî usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada, umumi vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım.
Cenazeme çiçek ve bando mızıka gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malum... Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malum... Çiçekler çamura ve bando yüz geri koğuşuna.
Çile şiirindeki şu satırlar vasiyetini teyit eder niteliktedir:
Son günüm olmasın çelengim top arabam
Beni alıp götürsün tam dört inanmış.
***
KAYNAKÇA:
1) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Necip_Faz%C4%B1l_K%C4%B1sak%C3%BCrek
2025 Marmaray durakları, ücret tarifesi ve sefer saatleri burada! Güncel güzergah bilgileriyle yolculuğunuzu kolayca planlayın.
Discover top cannabis strains, expert grow tips, and in-depth strain reviews at Strain Farmer – your trusted source for everything cannabis cultivation and education.
North Shore Chiro truly lives up to the title of the best chiropractor near me. Their personalized approach and expert care make a real difference—highly recommended!
Find the best education consultant in Pakistan for expert guidance on international admissions, scholarships, and student visa processes.
Bumble Bee kratom produces best-quality kratom in capsules or powder form. Bumble Bee kratom capsules, powder, shots are sold by SmokeTokes in a variety of strengths near me.