SOSYOLOJİNİN ÖNCÜSÜ: İBN-İ HALDUN
- UİB üye Ahsen-i Takvim
- 7 Ara 2020
- 11 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 1 Şub 2021
Ayşe güneşli bir yaz sıcağına uyandı. Bugün büyük gündü onun için. İlk defa köyde bir düğüne katılacaktı. Ama bu öyle onun bildiği sıradan düğünlerden değildi!
Köydeki çocukların anlattıklarına göre, burada düğünler tam bir panayıra benziyormuş. İsmini ilk defa duyduğu çeşit çeşit büyük oyuncaklar, rengarenk balonlar, pamuk şekerleri, kağıt helvaları, tatlılar, lezzetli yemekler... Daha neler neler. Çocuklar bir oradan bir buraya koştururmuş. Yani anlayacağınız her düğün, şehirdeki lunaparkların bir benzeriymiş. Tabii bir farkla para vererek yemek yemiyorsun.
Ayşe büyük bir heyecanla yatağından kalkıp elbiselerini giyinip, annesinin yanına gittiğinde annesinin ve yengesinin sofrayı hazırladıklarını gördü. Oturarak sofrada ki yerini aldı.
Başta babası olmak üzere tüm ev halkının sofraya oturmasıyla hep beraber BismillahiRahmâniRâhim diyerek başladılar. Tabii annesi, Ayşe'nin uyandığında itibaren bir şeyler sormak için kıvrandığını fark etti. Eee on yıllık meraklı kızını tanıyordu. Bazen merakından dolayı çok fazla sorular sorsa da, itinayla hepsine cevap vermeye dikkat eder. Galiba kendi küçüklüğünü Ayşe'de gördüğü içindir. Kızının daha fazla kıvranmasına razı gelmeyen annesi,
-"Ayşe kızım. Hadi sor bakalım sormak istediğini." diyerek kızının konuşmasını istedi.
-"Neyi sorayım anne!"
-"Uyandığından beridir sormak istediğini."
Tam bir şey yok, onu da nereden çıkardın anne! Diyecekti birden vazgeçti zira annesinin 'yalan söylemenin çok çirkin bir şey' olduğunu ve 'ne olursa olsun yalan söylememesi gerektiğini' hatırladı ve doğrusunu söylemeye karar verdi.
-"Anne bugünkü düğün kaçta başlayacak? Ben çok merak ediyorum buradaki düğünleri. Daha önce köy düğününü hiç görmedim" Dediğinde sofrada bulunan herkes gülümsedi. Kim bilir belki de akıllarına kendi çocuklukları geldiği içindir.
-"Öğle namazının ardından başlar kuzum." diyerek cevap verdi yengesi.
-"Olley! O zaman ben hemen gidip hazırlanayım" diyerek el çırptı.
Ahmet amcasına dönerek,
-"Amca pandemiden dolayı buralarda düğünler serbest mi?"
-"Ahmet evladım burası bir nevi karantinada gibi. Hatırlarsanız sizin buraya gelmeniz kolay olmamıştı. Yani bizim köyümüze vebanın girmesine izin vermedik çok Şükür."
-"Anladım. Ama veba nedir?"
-"Salgın. Eskiler hep veba derdi."
-"Şimdi oldu. Bilgilendirdiğin için teşekkür ederim amcacığım."
-"Rica ederim yeğenim."
Annesinden izin alarak sofradan kalkan Ayşe'nin ardından hızla izin alıp, peşine takılan Ahmet odanın kapısında yakalayıp,
-"Ayşe!" diye seslendi. Arkasını dönüp, karşısında abisini gören Ayşe,
-"Efendim abi."
-"Biz bugün zaman makinasına gitmeyecek miyiz?" fısıltı ile sordu. Ayşe'de aynı ses tonuyla,
-"Aaa evet abiciğim. Unuttum ben onu. Ama düğüne hazırlanmalıyım."
-"Daha düğüne yaklaşık üç saat var bence yetişiriz. Eğer geleceksen, şimdi benimle gel, yoksa yalnız gideceğim."
-"Hayır abi! Yalnız gitme! Bende geliyorum."
-"Hadi o zaman gidelim."
İki kardeş kimselere görünmemeye dikkat ederek malzeme deposuna gittiler. Sessizce içeri girip, sandığın kapağını açarak merdivenlerden aşağıya indiler.
-"Peki bugün kimi ziyarete gideceğiz?"
-"İbn-i Haldun."
-"O kim?"
-"Bende tam bilmiyorum. Üniversite için araştırma yaparken, onun isminde bir üniversite oduğunu görmüştüm. Yalnızca birazcık üniversiteyi ve kendisini araştırdım."
-"O üniversiteye mi gideceksin peki?"
-"Bilmiyorum ama o bildiğimiz üniversite değil!"
-"Nasıl bir üniversite ki?"
-"İbn Haldun Üniversitesi (İHÜ), TÜRGEV tarafından kurulmuş bir vakıf üniversitesidir. 2015 yılında açılmış olup, 2017-2018 Akademik Yılı’nda eğitime başlamış. İbn Haldun Külliyesi ise, Osmanlı medrese mimarisi örnek alınarak inşa edilmiş.
Öğrencilerinin %75’inin lisansüstü (yüksek lisans ve doktora) öğrencisi olması planlanıyor. Yani ben anca yüksek lisans için gidebilirim."
Ardından gidecekleri tarih ve konumun kodlarına girdi.
Karşılarındaki ekranda 1406 tarihi, yer Mısır’dı. İkisi dolapa yönelip, tebdili kıyafetlerini giydiler. Ardından merdivenlerden usulca çıktılar. Her zamanki gibi Ahmet önden sandığın kapağını araladı. Temkinli bir şekilde etrafa bakındı. Kimselerin olmadığını görünce sandığın dışına çıkıp, kızkardeşinin çıkmasına yardımcı oldu. Etrafı incelediklerinde, buranın bir ev olduğunu gördüler.
Sessizce kapıya yaklaşıp, dinlemeye başladılar. Kapının ardından bir takım sesler geliyordu. Dikkatle dinleyince, bunun hasta birinden çıkan seslere benzettiler. Yavaşça kapıyı araladıklarında, odanın içerisinde gözleri kapalı bir hastanın yatakta uzandığını gördüler. Ahmet, Ayşe'yi arkasına alarak hastanın yanına yaklaşırken, yatakta ki kişi gözlerini usulca araladı. Şaşkın bir şekilde,
-"Sizde kimsiniz?" diyerek titrekçe sordu.
-"Şey efendim ben Ahmet. Bu da kız kardeşim Ayşe."
-"Ne arıyorsunuz burada?"
-"Biz İbn-i Haldun'u görmek için gelmiştik?"
-"Ne yapacaksınız onu?"
-"Şeyy onun kim olduğunu merak ettik ve onunla ilgili bilgileri ondan öğrenmek istiyoruz."
-"Yaa öyle mi?"
-"Evet."
-"Ama onun öz geçmişini anlattığı kitabı var. Oradan öğrenebilirsiniz."
-"Evet öğrenebiliriz ama biz ondan öğrenmek istiyoruz."
Ayşe abisinin kulağına yaklaşıp, fısıltı ile sordu,
-"Abi öz geçmiş nedir?"
Ahmet'e fısıltılı ile,
-"Öz geçmiş demek, otobiyografi demektir."
Abisine anladım manasında başını salladı. Ve iki kardeş yatakta bulunan hastaya dönüp konuşmasını beklediler.
Beklentiyle bakan çocukları kırmayıp, hasta kişi konuşmaya başladı,
-"Peki. Bende kendimi size tanıtayım. Tam ismim, Ebû Zeyd Veliyyüddîn Abdurrahmân b. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Hasen el-Hadramî el-Mağribî et-Tûnisî. Yani kısacası İbn-i Haldun.
1 Ramazan 732’de (27 Mayıs 1332) Tunus’ta doğdum. Aslen Yemen’in Hadramut bölgesinden olduğum için kendimi Muķaddime’de Hadramî nisbesini kullandım, Tunus’ta doğmuş olmam sebebiyle Tûnisî, hayatımın büyük kısmını Kuzey Afrika’da geçirmem dolayısıyla Mağribî nisbeleriyle de anıldım.
(İbn Hazm onun şeceresini vermiş.) (Cemhere, s. 430),
Et-Ta‘rîf adlı eserimde bu şecereyi naklettim, ancak bunu şüpheyle karşıladığımı ve eksikleri olduğunu da ayrıca belirttim.
Babamın adı Muhammed'dir. Dedem Haldun'un adıyla İbn Haldun (Haldun oğlu) olarak tanındım.
Ben ve ailem Güney Arabistan'dan Tunus'a göçmüşüz ve burada tanınmış alimlerden fıkıh, hadis, tefsir, mantık, felsefe, matematik, edebiyat ve akaid dersleri alarak köklü bir eğitim gördüm ELHAMDULİLLAH.
1348'de yani 16 yaşımdayken çıkan bir veba salgınıyla annemi, babamı ve hocalarımın çoğunu kaybettim."
-"Yaaa tevafuğa bakın. Efendim bende 16 yaşımdayken, dünyada veba oldu. Çok kişi öldü ve bazı hocalarım bu vebadan hayatını kaybetti. Ama çok Şükür annem ve babam yakalanmadı." bir taraftan üzüntüyle, bir taraftan da ailesine bir şey olmadı için huzurla cevap verdi. Tabii amcasına da içinden tekrar teşekkür etti. Zira vebanın ne demek olduğunu bugün ondan öğrendi.
-"Şanslıymışsın evlat aile her şeydir. Biz devam edelim mi?
Her iki kardeş "Evet" diyerek, sözlerine devam etti İbn-i Haldun,
-" 20 yaşımdayken Tunus'un yönetimini elinde bulunduran Beni Hafs hanedanından Sultan Ebu lshak'ın kâtipliğine getirilmemle çalkantılı siyasal yaşamım başlamış oldu.
Siyasi yaşamımda, Biskra, Fas, Gırnata, Bicaye, Tlemsen gibi merkezlerdeki benzer görevler izledi. Bunları tek tek açıklayacağım.
Fas Emin Ebu İnan, beni bilim meclisine kabul etti. Endülüs'ten buraya göçen âlimlerden ve Fas'taki kütüphanelerden elimden geldiğince istifade ederek bilgimi geliştirdim.
Bilim meclisinde de çalışıp, bu görevdeyken siyasi bir sebepten iki yıl hapsedildim."
-"Yaa ne kadar üzücü. Peki nasıl kurtuldunuz?" üzüntüyle soran Ahmet'e, Ayşe'de katılıp sordu.
-"Tamam çocuklar cevap vereceğim. Ama üzülmeyin olur mu. Bizler ki Müslümanlar ruhumuz dünya hapishanesindeyiz, dört duvar arsında bedenimiz kalmış ne olur. Hem her bir mahkum, Hazreti Yusuf (aleyhisselâm) gibi hapsedilmesi, onun kaderine ortak olma şerefine nail olduğu için mutludur. Ayrıca orada olmak, insanı kendi ile başbaşa bırakıp düşünmeye itiyor. Unutmayın çocuklar 'Her gördüğümüz şerde, bir hayr saklıdır...'
Zaten iki yılın ardından Sultan'ın ölümünden sonra serbest bırakılıp eski görevime iade edildim.
Sabır zordur, meşakaatlidir lâkin meyvesi tatlıdır.
Daha önce tahta çıkması için desteklediğim Sultan Ebû Sâlim tarafından daha yüksek bir makam olan sır kâtipliği ve mühürdarlık dairesi başkanı oldum.
1361'deki ayaklanma sonucu yönetim değişince 1362'de Endülüs'teki son İslâm devleti olan Benî Ahmer (Nasrîler)'in başkenti Gırnata (Granada)'ya gittim.
Orada hapishanedeyken eski bir dostum olan Gırnata Emiri Ebu Abdullah Muhammed'in hizmetine girdim.
Burada gerçekten itibar gördüm ve sultan tarafından Kastilya kralı Zalim Pedro'ya siyasî ilişkileri düzeltmek üzere elçi olarak gönderildim. Atalarımın vatanı İşbîliye'de Pedro ile görüp, kralın İşbîliye'de kalmam şartıyla atalarımın buradaki eski mülklerini geri verme teklifini reddettim."
-"Ohh al sana Zalim Pedro."
-"Na beeer. Al sana nanik nanik."
Ayşe ve Ahmet'in böyle karşılık vermelerine, hasta olmasına rağmen tebessüm eden İbn-i Haldun konuşmasına devam etti,
-" Gırnata'ya döndükten sonra ailemi de yanıma aldım. Ancak eski dostum vezir İbnü'l-Hatîb ile aram açıldı. Kuzey Afrika'daki Bicâye'nin Hafsî emîri Ebû Abdullah'tan gelen hâciblik teklifini kabul ederek Endülüs'ten ayrıldım. Emîrden sonraki ikinci adam olarak bir yandan devleti yönetirken öte yandan hocalık ve hatiplik yaptım."
-"Zor olmuyor mu bu kadar çok şeyi bir arada yapmak? Ben derslerimi zor yapıyorum." hayretle soran Ahmet'e cevap verdi,
-"İnanlar için zor olmaz evlat! Yeter ki inan ve hedef koy önüne. Sonrada istikametin üzerinde git."
-"Peki sizin istikametiniz neydi?
-"Ailemin siyasi kariyerinde geri kalmamak ve onların statüsündeki makama gelmek. Devam edelim biz.
Hafsî emîri Ebû Abdullah'ın yanında kardeşim Ebû Zekeriya da yönetimde vezirlik makamındaydı. Hafsî hanedanının bir başka üyesi Kostantin emîri Ebu'l-Abbas Bicâye'yi işgal edince onun yönetiminde de görev aldım. Bu arada bir yandan da ilmi çalışmalarını sürdürdüm.
Bir süre sonra Hafsî sultanının gözünden düştüm. Bunu anlayınca da Bicâye'den ayrıldım.
Bir müddet Arap kabileleri arasında dolaştım, sonra (bugünkü Cezâyir'in içlerinde bulunan) Biskera şehrinde kaldım. Bu bölgede göçebe kabileleri yakından tanıma fırsatı buldum. Bundan sonra Kuzey Afrikalı yöneticiler göçebe kabilelerin desteğini sağlamak için zaman zaman benim aracı olmamı istediler. O dönemde Kuzey Afrika'daki devletlerden biri olan Abdülvâdîler'e kabilelerin desteğimi sağladım. Bir süre sonra aynı hizmeti Merînî Devleti'ne de verdim.
Ha bu arada bir süre Tilimsan yakınlarında inzivaya çekildim. Merînî başkenti Fas'a gidip bir müddet ders verdim. Fas'ta çıkan karışıklıklar sonucu Merînî yönetiminin değişmesi üzerine bana güvenmeyen yeni yönetim tarafından tutuklandım."
-"Yine mi?" üzüntüyle soran Ayşe'ye,
-"Evet ama aynı yıl serbest kaldım. Sonra hayatımda ikinci defa Endülüs'e gittim. Ertesi yıl tekrar Kuzey Afrika'ya döndüm. Abdülvâdîler'in başkenti Tilimsan'da kısa bir süre kaldıktan sonra buradan ayrıldım."
Ahmet merakla araya girdi.
-"Ne çok gezmişsiniz efendim."
-"Evet öyle oldu. Bu sebeple siyasi çalkantılardan bıkıp usandığım için bu dönemde ülkenin iç bölgelerindeki İbni Selame denilen bir kaleye yerleştim.
Bu süre içinde el-İber adlı tarih eserimi yazmaya başladım. Eserimin birinci bölümünü oluşturan Mukaddime'yi beş ayda yazdım sonra asıl tarih kısmına başladım. Kitabı için kaynak eserlere ihtiyaç duyduğumdan Hafsî sultanından izin alıp Tunus'a gittim.
Tunus’ta sakin bir hayat yaşadım. Bu arada çevremde toplanan öğrencilere bir yandan ders verirken, diğer yandan kitabımı tamamladım ve sultana takdim ettim. Başmüftü İbn Arafe’nin şiddetli muhalefetiyle karşılaştım. 783’te (1381) sultanın İbn Yemlûl’e karşı açtığı sefere istemeyerek katıldım.
Ertesi yıl da sultanın çıkacağı sefere iştirak etmek zorunda kalacağımı hesaplayıp hacca gitmek istediğimi söyleyerek Tunus’tan ayrılmak için sultandan izin aldım. Ramazan bayramında İskenderiye’ye ulaştım 1-3 Şevval 784 (8-10 Aralık 1382). Bir süre sonra hacdan vazgeçip Kahire’ye gitmeye karar verdim.
İskenderiye’ye ulaştım ve böylece hayatımda yeni bir sayfa açıldı ve ömrümün kalan yirmi dört yılını Mısır’da geçirdim. Bu dönemde siyasetle uğraşmadım."
-"Ohh iyi yaptınız efendim. Vallahi ben yoruldum bunları dinlerken siz nasıl yaşadınız?" diyen Ahmet'e, Ayşe araya girdi.
-"Ben hiç yorulmadım. Ayy bende size yardım etseydim efendim. Çok heyecanlı yaa." Ahmet bu sözlere gözlerini deverip, ardından gözlerini İbn-i Haldun'a çevirdi. Kendisine tebessüm ederek bakıyordu.
-"Ayşe bende senin gibiyim. Ama şunu sana tavsiye ederim, merakını doğru yerlerde kullan.
Evet nerede kalmıştık. Siyasetle uğraşmadım ve Memlük Devleti’nin başkenti Kahire’ye gittim. Ezher Camii’nde verdiğim derslere o dönemde büyük ilgi gördü. Sultan Berkûk ile iyi ilişkiler kurdum. Kamhiyye Medresesi müderrisliğine tayin edildim, burada hadis dersleri verdim. Sultan Berkûk tarafından Malikî başkadılığına (kâdilkudâtlık) tayin edildim ve bana “Veliyyüddîn” ünvanı verildi. Bu makama sonraki zamanlarda beş defa daha tayin edildim.
Ailemi Tunus’tan getiren geminin İskenderiye yakınlarında batması sonucu tüm ailemi kaybettim. Bir daha onları göremedim. O sıralarda kadılık görevinden alındım ve Zâhiriyye-Berkûkiyye Medresesi müderrisliğine tayin edildim. Bir süre sonra Berkûk’un azli için verilen fetvada imzam bulunduğundan başkanlıktan azledildim.
Timur, Memlük Devleti sınırları içindeki Suriye’ye 803 (1401)’de sefer yapınca Memlük sultanı ordusuyla Şam şehrine gittim. Maiyetinde ulemadan bazıları ile birlikte bende bulunuyordum. Sefer dönüşü Kudüs’ü, Beytülahm’ı (Beytlehem) ve Hz. İbrâhim’in (aleyhisselâm) kabrini ziyaret ettik. Sultan ordusuyla beraber Kahire’ye döndü ancak ben Şam’da kaldım.
Ulema ile istişare ederek, şehri kuşatan Timur ile görüşmeye gittim ve onun yanında bir aydan fazla kaldım. Ona Kuzey Afrika hakkında bilgi verdim ve Mukaddime’de yazdığım bazı görüşlerimden bahsettim. Timur, beni maiyetinde kalmamı istediyse de kitaplarımı getirmek bahanesiyle Timur’un karargâhından ayrılıp Kahire’ye dönüp kadılık görevime devam etmeye başladıktan kısa bir süre sonra bu görevden alındım.
Mart 1401'den itibaren bu son beş yılımı Kahire'de, öz geçmişimi (otobiyografi) ve dünya tarihini tamamlama çabasıyla ve müderrislik ve kadılık yaparak geçirdim.
Kitabımın ismi Et-Târif bi İbn Haldun'dur.
Bu eseri bir yıl öncesine kadar olan hayatımı, yolculuklarımı ve anılarımı anlattım. Bu otobiyografiyi çok Şükür bitirip, Kitâbu’l-İber adını verdiğim dünya tarihinin 7. ve son cildine ekledim."
-"Çok etkileyici." diye hayretle araya girdi Tarih kurdu olan Ahmet.
-"Dur evlat sana tüm yazdığım kitapları söyleyeyim.
Lubâb'ul-Muhassal. Bunu 19 yaşımdayken Hocamın kontrolü altında yazdım.
Et-Târif bi İbn Haldun,
Kitâbu'l-İber,
Şifâu's-Sâil,
Kaside-i Bürde şerhi,
İbn Rüşd felsefesi hakkında bir risale,
Mantığa dair bir risale (Kitab el-Mantık),
Hesap (Matematik) hakkında bir risale (Kitab el-Hisab),
Marakeş sultanına yazılan bir risale,
Şiire dair bir risale."
-"Bende yazmak istiyorum. Tarih kitaplarını."
-" O halde başlamadan önce sana tavsiyem, Tarih yazıcılığının gerçeklerin liste halinde sunulmasından ibret olmadığı ve bu gerçekler kimin yorumladığına, hangi bölgeye ait olduklarına ve taraflı olup olmadıklarına bağlı olarak farklılık arz edeceği fikrini araştırdım ve uyguladım. Sende öyle yap evlat."
-"Teşekkür ederim efendim. Peki nasıl başladınız, yani bu fikir nereden çıktı tarihi kitap yazmak."
-"Az önce sizlere söyledim. İnsanın bir hedefi olmalı, bir yolu olmalı ve öyle yola çıkmalı. Benim belirlediğim hedef, araştırmalara İslâm medeniyetinin altını oyan çeşitli istilacı güçleri ve atalarımın bu istilalardan ne şekilde etkilendiklerini inceleyerek başladım çocuklar.
Ayrıca refahın kaynağını emektir. Emek olmadan olmaz. Çocuklar çok ömür geçirdim, çok şey gördüm.
İyi bir eğitim gördüm, küçük yaştan itibaren ilim ve fikir hayatına ilgi duydum, ancak siyasetin cazibesinden kurtulamadım. Devletin en üst kademelerinde bulunma hırsım takibata uğramasına, sürgün ve hapsedilmeme sebep oldu. Sıkıntılı bazı dönemleri olmakla birlikte genellikle saray ve konaklarda refah içinde itibarlı bir hayat sürdüm. Çok şey gördüm, öğrendim."
-"İbn Hacer el-Askalânî haklıymış."
-"O bir bakıma benim öğrencim sayılır. Ne demiş ki?" diye Ahmet'e sordu.
-"Bazılarının sizi övmesini abartılı bulur, üstadının daha çok Câhiz gibi kelime oyunları yaptığını ve belâgatla tanındığını söyler. Evet gerçekten sizi dinlemeye doyamıyorum efendim. Ve ayrıca Sehâvî ise sizin özellikle tarihçiliğinizi över."
-"O kim?"
-"Eyvah yakalandık."
-"Sus Ayşe." teleşla pot kıran Ayşe'yi susturmaya çalışan Ahmet maalesef geç kalmıştı.
-"Ne oluyor çocuklar. Siz kimsiniz? Neden gelip soru sordunuz? Kimin casusunuz?" İbn-i Haldun peşpeşe sorular sorunca Ahmet itiraf etmek zorunda kaldı.
-"Şeyy efendim biz zaman makinası ile gelecekten geliyoruz."
-"Gelecekten mi?" şaşkınlıkla sordu.
-"Evet efendim. 2020 yılından."
-"Peki benim ismimi nerden biliyorsunuz?"
-"Bir üniversiteye sizin isminizi vermişlerdi ondan. Ve ayrıca efendim sizi, çeşitli yazarlar tarafından modern tarihçiliğin, siyasal bilimlerin ve sosyolojinin kurucusu olarak gösteriliyorsunuz.
Toynbee, sizden 'herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkede, herhangi bir zihin tarafından yaratılmıs en büyük tarih felsefesinin sahibi' diye söz eder.
Hitti’ye göre siz, İslam’ın en büyük tarih felsefecisiniz.
Cemil Meriç'e göre ise 'kendi semasında tek yıldızdır.
A. Ferreira ve Ludwig Gumplowicz gibi sosyologlar sizi, sosyolojinin habercisi ve öncüsü olarak nitelendirirler. Bazı kaynaklarda ise tarih sosyolojisinin, sosyal morfolojinin, genel sosyolojinin ve siyaset sosyolojisinin öncüsü olduğunuzu ileri sürmüşler."
Temkinli ve hayretler içerisinde,
-"Çocuklar söyledikleriniz doğruysa çok gururlandım." dedi.
-"Doğru efendim. Gerçekten de doğru."
-"Demek ömrümü verdiğim emeklerim harcanıp, gitmemiş. Çocuklar bana öyle güzel bir haber verdiniz ki artık huzurla ölebilirim. Çok teşekkür ederim bana böyle güzel haber verdiğiniz için."
Ahmet elindeki kum saatinden, zamanlarının dolduğunu görünce,
-"Efendim bizim artık gitmemiz gerekiyor." diyerek Ayşe'ye işaret yaptı.
İki kardeş İbn-i Haldun ile vedalaşıp sandıktan çıktıkları gibi kimselere görünmeden sessizce girdiler.
Merdivenlerden inip, zamanlarına dönmelerini beklerken Ayşe üzgünce,
-"Çok hastaydı abi. Acaba ne zamana kadar dayanır?"
-"Aslında daha önce araştırmıştım. Not almıştım bir dakika." diyerek cebinden not defterini çıkardı. Tıpkı az önceki verdiği bilgilerde ki gibi.
-"Aaa abi o not defteri de nedir?"
-"Az önce İbn-i Haldun'a da bilgileri verirken çaktırmadan baktım.
'Altıncı defa Maliki kadısı atanmasından bir ay sonra 26 Ramazan 808’de (17 Mart 1406) Kahire’de vefat etti. Mezarı Kahire'de, Bâbünnasr karşısındaki Sûfiye Kabristanı’na defnedildi. Bugün kabrinin yeri tam olarak bilinmemektedir."
-"Nasıl yani?"
-"Yani hangi kabristanda olduğu biliniyor ama yeri tam olarak bilinmiyor."
-"Şimdi anladım. Peki başka notların var mı?"
-"Evet var. Dinle bak,
#☆Kendine mahsus fikir ve metoduyla sonraki nesiller üzerinde derin etkiler uyandıran İbn Haldûn, hânedanlarının yönetiminde bazen sultan ve emîrler kadar etkili olmuş, iktidarların el değiştirmesinde önemli roller oynamış, bu özelliğiyle hem desteğine ihtiyaç duyulan hem muhalefetinden korkulan bir kişi durumuna gelmiştir. Diğer taraftan sık sık kabileler arasında dolaşarak bedevî kabile hayatını yakından tanımış, fırsat buldukça da ilim ve öğretimle meşgul olmuştur.
Başka bir notta ise,
#☆Osmanlı tarihçileri Osmanlı Devleti'nin yükseliş ve çöküşünü pek çok defa onun teorileriyle analiz etti. Arap dünyasında yeniden keşfedilmesi ancak Arap milliyetçiliğinin gelişmeye başlaması ile oldu. 19. yüzyıldan itibaren ise Avrupalı tarihçiler tarafından keşfedildi ve eserleri büyük takdir gördü.
#☆El Ezher Üniversitesi'nde de hocalık yapan İbni Haldun, İslam medeniyetinin en büyük alimlerindendir. Kuramsal kavramlardan yola çıkarak ilk kez sosyal bilimler alanında çok önemli görüşler öne sürmüştür.
#☆İbn-i Haldun, siyasal gerçeği oluşturan temel ve özel ögeleri ortaya koyarken, bir realist gibi davrandığı konusunda genel bir kanı egemendir.
#☆İbn-i Haldun, dini sadece tarihi bir olay olarak karşılamamakta, aksine İslamı tüm tarihi ve siyasi gelişmelerin yönelmekte olduğu değişmez ilkeleri temel eden mutlak bir gerçek olarak saymaktadır.
#☆Siyasal yaşamdan çekildiği dönemlerde adını tarihe geçiren 7 ciltlik dünya tarihi Kitâbu'l-İber ve onun giriş kitabı olarak düşündüğü Mukaddime'yi yazdı.
İbn-i Haldun, bir önsözde kitabını tanıtır ve tarih ilminin öneminden bahseder. Giriş bölümünde ise tarih ilminde yöntem sorununa değinir ve özellikle İslam tarihçilerinin hatalarını gösterip, yöntemlerini eleştirir. Toplumların gelişim ve hareket süreçlerine dair değerlendirmeleri içeren Mukaddime 6 bölümden oluşur.
1. Bölüm: İklimlerin ve beslenmenin insan tabiatı ve uygarlıklar üzerindeki etkileri
2. Bölüm: Göçebe ve yerleşik kültürlerin karşılaştırılması ve iki kültür arasındaki çatışmaların sosyal sonuçları
3. Bölüm: Devletlerin doğuşu ve çöküşü, saltanat, hilafet ve krallık yapmanın koşulları ve kuralları
4. Bölüm: Köy ve kasaba hayatı ile imar faaliyetleri ve bunun İslam devleti ile ilgisi
5. Bölüm: Dönemin ana meslekleri, geçim araçları, sanat, ticaret, ziraat, tarım ve inşaat gibi ekonomik faaliyetler
6. Bölüm: Bilimlerin sınıflandırılması, eğitim yöntemleri
#☆Mukaddime, gördüğü ve yaşadığı olaylardan edindiği sosyal, siyasi ve insani izlenimlerden oluşur ve 2 cilt olarak güçlü analizlerle yorumlamıştır.
İbn-i Haldun, 6 bölümden oluşan Mukaddime adlı eserinde medeniyet, göçebelik ve kentlilik, soyluluk kavramını, toplumsal çelişkileri, ticaret ve sanat gibi pek çok meseleyi sosyolojik etkenleri açısından ele almıştır. Hadi Ayşe geç olmadan eve gidip, düğün için hazırlanmalısın."
-"Aaa evet abi. Koş koş geç kaldım." Diyerek hızla merdivenlerden çıkıp eve doğru gitmeye başladı.
Ahmet ise arkasından gülüp, o da eve doğru yürüdü..
Kaynakça:
***
Comments